Aslında öyle çok şey oldu ki…

Bu sabah Bach (Air on a g string) dinlerken, oluverdi işte.

Çellonun tellerinden akıp gelen müzik usulca gelip kanıma giriyor, bunca aydır uyumaktan uyuşmuş parmaklarımı canlandırıyor, ellerimi saran zincirleri kırıyor sanki…

Yedikçe yiyesi gelir insanın, okudukça okuyası, yazdıkça da yazası…

Bunun tam tersi de geçerli, ne yazık ki…

Yazmadıkça zor gelir insana, klavyeye bir türlü varmaz parmaklar.

Her yemek yapışta, daha tabakta soğumadan koşa koşa yazmaya gelen hevese ne olur ki?

“Hep aynı şeyleri pişiriyorum. Değişik birşey yaptığım yok ki…” diye uyduruk bahaneler buluruz, kendimizi kandırmak için… ya da “değişik bir şey olmadı ki yazmaya değer son günlerde”.

Halbuki ne çok şey olur her gün, her an. Artık Dario daha çok kelimeler söylüyor. Maya dünyayla ilgili mantıklı sorular soruyor. Saçlarım her banyodan sonra daha da bukle bukle oluyor. Maya “ma,me,mi,mo”dan sonra “na,ne..”leri, “la le…”leri, “ta,te..”leri okuyor, yazıyor. Dario “daha dün annemizin kollarında”nın melodisini taklit ediyor. Hastaneye 3 haftada 1 gidişlerimden geriye son 2 tanesi kalıyor 🙂

Aslında ne çok şey oldu, en son yazımdan bu yana:

* Okulun yılbaşı tiyatrosuna çıkmasından tam 1 hafta önce, Maya feci sonuçlanabilecek bir kazayı ucuz atlattı. Günlerce sözünü etmek istemedim kimseye.

* Yanağında yara iziyle çıktığı tiyatrosundan sonra hazır bekleyen valizlerimizi alıp, 2 yıl sonra ilk kez dördümüz İzmir’e gittik, yılbaşında. (Dario için ilk kez 🙂

* Dönüşte, Maya’nın 6. doğum gününü kutladık. İlk kez pastasını ben yaptım 🙂

* Şubat tatilinde annemler geldi Girit’e. Çocukları onların emin ellerine bırakıp, 40 yıllık bir hayalimi gerçekleştirmek için yola çıktık 🙂

Hayallerimin ülkesi, renklerin, kokuların cenneti Hindistan’a gittik, bunca yıl sonra 10 gün *başbaşa*…

Çoooooook lezzetli yemekler yedik, farklı inançlara sahip insanlar tanıdık, şaşırdık, acıdık, güldük, hayran kaldık. İnsanların ne kadar azla yetinip yine de mutlulukla gülümseyebildiklerine tanık olduk.

Kendimizi hep daha fazlasını elde etme girdabına kaptırmadan, varolan durumumuzla gayet mutlu olunabileceğini artık idrak etmeli. Hayat bizi ne kadar bunaltırsa bunaltsın hayalleri ertelememek lazım. Öncelik vermek lazım iç huzura… Hayata bakışımızı değiştirmek lazım acilen, geç olmadan.

Galiba kendimce bunu başarmaya başladım: En son grup terapisinde, psikologumdan “Aferin!” aldım 🙂 Bana “şu anda nasıl hissetiğimi sorduğunda”, “gayet iyi :)” demiştim. “Hastalığımı öğrenmeden önceki dönemi şimdiyle kıyaslarsak, etrafımda hoşuma gitmeyen durumlar/olaylar/şeyler/kişilerde nasıl bir değişiklik olduğunu” sormuştu.

Düşündüm ki “aslında bazı şeyler hiç de değişmedi” dedim; “peki ne değişti?” diye sorduğunda, “benim onlara bakışım değişti” diye yanıtlayınca;

“Bravo Papatya, duymak istediğim de buydu!” dedi 🙂

Hiçbir günü hayatımızda hiç birşey olmuyormuş gibi küçümsememek lazım.

Her yeni güne, “bakalım bugün benim için neler getirecek?” diye hevesle başlamak lazım.. İşte o bambaşka alemde yaşadıklarımı/tadına baktıklarımı, dönüncede evde yapmaya çalıştıklarımı bir an önce yazmak lazım.

Lazım da… Sırada bir de taşınmak var. Evi değil ama sayfamı 🙂

Komşuda pişer Girit’te neler olup bittiğini, neler piştiğini anlattığım Türkçe okuyuculara hitap eden bir sayfaydı. İşin bir de öteki yüzü var. Komşunun buradaki komşuları… aynı şehirde yaşayıp aynı pazara gittiğimiz halde aldığımız aynı şeyleri benim nasıl pişirdiğimi, Türk usulü pilavı nasıl yaptığımı, çayı nasıl demlediğimi bile merak eden Yunanlı dostlarımız da var.

Ne zamandır bana “sayfana gelip fotoğraflarına yutkuna yutkuna bakıp imreniyoruz, artık şu tariflerin Yunancasını yazsana kızım” diyorlar.

Biz de Yorgo’yla birlikte kolları sıvadık. Yepyeni bir mekana taşınmaya ve tariflerimizi çift dilli yayınlamaya karar verdik. Şu aralar arşivimi düzenliyorum.

Yeni yazılarla, yeni fikirlerle, yepyeni adresimizde olacağız.



10 thoughts on “Aslında öyle çok şey oldu ki…”

  • Sevgili Papatya,
    Evet o kitap yayınlandı "Mutfaktaki Yaban" adıyla. Kusura bakma ne olur, sana bildirmeyi tamamen unutmuşum. Neden dersen kitap yayınevinin yılbaşı armağanı olarak basılmıştı, piyasaya az sayıda kitap verdiler ancak bunun için 3 ay sessiz kalmam gerekiyordu, kitap elime Aralık 2008'de geçti ancak piyasaya Mart 2009'da verildi. Piyasaya çıktığında ben kitabı neredeyse unutmuştum bile! Dolayısıyla sana da haber vermeyi akıl edemedim. Bana çok az sayıda kitap verildiği için armağan etme şansım yok, çok çok üzgünüm ama istersen o sayfanın fotoğrafını çekip yollayabilirim sana.

  • Gozumuz yollarda kaldi, ama haberlerini nihayet almak son derece sevindirici 🙂
    Yeni sayfayi sabirsizlikla bekliyorum!!!

  • İstesem de birşeyler yazamadığım zamanlarda bile birilerinin sayfamı ziyaret ediyor olması ne hoş. Sağol Nihal 🙂

    Görüşmek üzere Efsun…

    Ben de özledim Açalyacım. Kusura bakma, sana bir mim borcum da arada kaynadı gitti bu arada.

    Çok teşekkür ederim İpekcim 🙂

    Hoşgeldin Red Riding Hood!

    Aylincim, canım benim,
    Ben de seni kucaklıyorum, sımsıkı 🙂

    Ben de Oyacım, ben de öyle çok sevindim ki bu hayali gerçekleştirebildiğime, ağzım kulaklarımda gittim, daha da kulaklarımda döndüm 🙂 hehe

    Görüşmek üzere Deniz :))

  • İyi valla, sen gez toz biz burada meraktan çatlayalım 😉 Çok sevindim bre Papatyamu…

  • Canım arkadaşım, tüylerim ürpererek okudum yazdıklarını, çok sevdim.
    Seni, çocukları, Yorgo'yu sevgiyle kucaklıyorum, görüşmek üzere

  • Açalya'nın blogda gördüm bakayım dedim.Yine değişik bir dünya ile karşılaştım.
    Türkiye'den selamlar
    A.B

  • Ne çok özlemişim böyle sıcacık yazmanı…Gülümsemen buralara kadar geldi; yeni sayfanı, yazılarını, haberlerini ve tariflerini merakla bekliyorum canım arkadaşım.

  • Özlemiştim çok. Neler olmuş neler! Blogun yeni halini görmek için sabırsızlanıyorum.

  • Merhaba, cooook uzun zaman oldu görüsmeyeli. Iyiki yazdiniz yine, yeni sayfanizi merakla bekliyorum:) Sevgiler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir