50ymiş… öyleymiş…

50 yaş…

Yarım asırdır, bir bahane bulup da ertelediklerini hatırlamakmış. Daha ne kadar zamanımız kaldığını bilmemekten değil… İşin özünde, arzu ettiklerinden hiçbir bedel uğruna vazgeçmemek gerektiğini idrak etmektenmiş. “Şimdi değilse ne zaman?” diye fısıldayan sesin kalbinde kelime kelime, harf harf yankılandığı an’mış.

Hep böyle gelip geçeceğine inandığın bir hayatın bir rüyadan ibaret olduğunu; çocuklarının ne kadar ertelesen de, gün gelip yuvadan uçacak yavru kuşlar olduğunu kabullenmekmiş.

Hikayelerin karıştığı, birbirine dolandığı bu hayatta meğer herkes kendi romanının kahramanıymış.

Paranın, malın mülkün bir gecede bütün değerini kaybettiği hayatta, herşeyini kaybedip bir tek umudun baki kaldığı anlarda sırtını sıvazlayacak olanın, parayla değil gönül bağıyla bağlananın sana ömür boyu yetecek yegane hazine olduğunu anlayacak yaşa gelmekmiş.

Sanma ki birdenbire bir aydınlanma, bir huşu… Ne ansızın bilgeliğe bürünmek ne de peygamber sabrına vasıl olmakmış 50 yaş.

Çok geç olmadan anladım ki, ne büyük hataymış: ilk gençliğin toyluğu, tecrübesizliğiyle seneler boyunca “neden böyle? neden şöyle?” diye haksızca ve acımasızca eleştirdiklerinin, gün gelip de “demek böyle ha?!”  diyerek kafana dank ettikleri anda senin, yıllar boyu kadar, utanmanmış. Lafın kısası, hoş duyulan davulun uzaklardan gelip burnunun dibinde çalmasıymış.

Karşındakinin halini anlamanın, yalnız onun sözlerini tartmakla olmayacağını; terazinin kefesine onun yaşını, saçlarının akını, hayatının çilesini, çektiklerinin cefasını, “o” zamanı ve “o” yeri koymadan adaletli bir hesap çıkmayacağını öğrendiğin anda ağızda hissettiğin buruk acıymış.

Demek ki cennet de cehennem de bu dünyadaymış. Yeteneği olanın yeteneğini parlatacağına köreltmesi en büyük günahmış. Hayata gelme sebebine ihanet etmekmiş. En büyük ödülün cesaret edilmeyen yolun sonunda beklediğini anlamakmış.

Meğer şu hayat dediğin, gittikçe zorlaşır; gitgide de kolaylaşırmış. Elindeki fırsatları, cebindeki yetenekleri, sevdiklerini ve sevgilerini har vurup harman savuranlara zor; ona bahşedilmiş yeteneğin kıymetini bilenlere, sevgisinde cimrilik yapmayıp gönlünü açanlara, sevdiğinin, sevildiğinin kıymetini bilenlere, bu hayatta herşey bitse gitse aşkın kalacağına inananlara pek hoşmuş.

Bütün bunların, 50ye adımını atar atmaz vahiy gibi gökten inmesini beklemek de boşunaymış.

Bir de bakmışım… 50 yaş 4 ay olmuş.



2 thoughts on “50ymiş… öyleymiş…”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir