Çocukluğumun Hıdrellezleri ve babaannemin banknotları

İzmir’de çocukluğumun Hıdrellez gecelerinin, şimdi istesem bile çocuklarıma yaşatamayacağım bambaşka bir tadı vardı. Gece yaklaşırken herkesten fazla bir telaş alırdı babaannemi. Bir tomar gazeteyi kucağına alır, onları üstüste koyar, sabırla keserdi keskin terzi makasıyla. Hepsi aynı boyda, banknotlar halinde, deste deste “para”. Gazeteden kestiği bu desteleri boyu bir karıştan büyük olmayan çantasına tıka basa koyar, zar zor kapatırdı çantayı. Sonra çantayı gülün dibine bırakır ya da son yıllarında Hızır’la İlyas’ın bulması daha kolay olsun diye çamaşır ipine mandalla asardı. Bütün bunlar, Hızır ile İlyas’a ne kadar çok para istediğini anlatabilmek içindi. Kendi için istemezdi, biliyorum, çok bonkördü. Bütün sevdiklerini sevindirmek için isterdi. Çünkü hediyeler almayı, insanları, özellikle de biz çocukları sevindirmeyi severdi, babaannem. Lakin parası yetmezdi buna.

Hiçbir zaman çok parası olmadı. Üç ayda bir aldığı dul-yetim maaşına kalsaydı; evlatları olmasa aç kalırdı. Zaten maaşını da aldığı gün bitirdi. Bize bir şeyler alırdı hep. İşte babaannem için bu yüzden çok önemli bir fırsattı bu Hıdrellez gecesi. Pembe akşam sefalarının çıkmaya başladığı, koca saksı fesleğenin sulandığında mis koktuğu, mayıs güllerinin çoştuğu bahçesinden olur da o gece Hızır ile İlyas uçarak geçerlerken belki gülün altına bırakılmış (ağzı zorla kapatılmış) çantayı görüverirler de belki o çantayı bir gün “gerçek” paralarla doldururlardı.

Babaannem, insanların Hıdrellezlerden medet ummayacakları öteki diyarlara gidinceye kadar yılmadı gazeteden kağıt paralar kesip çantasına doldurmaya.

Biz çocuklarınsa dünyasında ayrı bir yeri vardı bu şamatalı gecenin. Senede yalnızca bir tek o gece dışarıya çıkmamıza izin verirdi annemler. Herkes çıkardı sokağa zaten. Yakılacak ateşler için dallar, çalı çırpılar akşamüstünden itibaren biriktirilirdi bir köşede. Hava karardıktan sonra da, ateşler yakılırdı, koşarak üstünden atlanırdı. Pek şenlikliydi.

Uzun farbalı etekler tehlikeliydi. Ya kısa şort giyerdik ya da dar pantalon ki “eteklerimiz tutuşmasın”. Artık havalar ısındı diye, kısa kolluları, şortları giydiğimize ne kadar sevinirsek, düşündükçe hala irkildiğim başka bir şeyle de o derecede hevesimiz kursağımızda kalırdı. Oğlanlar nereden bulurlardı bilmem, ısırgan otlarını toplayıp bacaklarımıza sürer, canımızı yakarlardı. Nasıl kaşınırdık delicesine…

Bir de çiğdem tabi ki… Çiğdemsiz Hıdrellez gecesi olur mu hiç? Arkadaşlarımızla buluşup bir kapı eşiğinde oturur çiğdem yerdik. Çiğdem kabuklarını da yere atardık! Muhabbete daldığımız kapı önünde bir süre sonra yer görünmez olurdu ama hiç oralı olmazdık. Sabah çöpçüler çalıdan süpürgeleriyle süpürürken ne kızarlardı bize kim bilir?

Çiğdem yiye yiye gecenin o saatinde, mahalleyi bir baştan öteki başa voltalarken, o zaman yaşadıklarımızı bir gün istesem de bulamayacağımı bilemezdim.

Şimdi Hıdrellezin kutlanmadığı, Hıdrellez ateşi yakıp üstünden atlanmadığı bir yerde yaşıyorum.
Ama bu sene ne olduysa oldu? Geçen sene aldığım ama pek cılız gittiği için kara kışı asla atlatamayacaklarını sandığım 6 tane gül fidanından, soğuğu kışı atlatıp, baharda açan yoncaların arasında kaybolan kırmızı gül bir çoştu ki bu mayısta sormayın.

6 fidandan 4 tanesinin hala yaşıyor olmasına mı şaşayım, üstlerinin tomurcukla dolu olmasına mı? “Bu da mı tesadüf?” dedim kendi kendime. Bu sene güller bile bu kadar coşkuluysa, madem ki hıdrellez gelmiş, ben de bir dilek mektubu yazıp koyayım kırmızı gülümün altına, dedim. Olur ya, belki de Hızır ile İlyas’ın yolu Ege’nin bu tarafına düşer de görürler dilek mektubumu ve yanına koyduğum 1 avuç başka memleket parasıyla dolu para kesesini. Aynı boyda 1 çanta dolusu para kesen babaannem kadar sabrım olmasa da bu kadarcık yapmak bile bir umutla doldurmuştu yüreğimi.

Yine babaannemi düşündüm sonra. Hıdrellez gecesinin ardından, ertesi sabah çantasındaki “sahte” paraları çöp kutusuna boşaltırken, içini dolduran umut ona ertesi Hıdrelleze kadar idare ederdi. Ama o yine de her eline para geçtiğinde Milli Piyango biletini almayı da ihmal etmezdi.

90 yaşında öldüğünde, yıllarca müdavimi olduğu Milli Piyangodan amortiden başka ikramiye kazandığını hiç hatırlamam. Olsun… Hep o umutla yaşadı o.

Yunanca’da bir laf vardır: “En son umut ölür”. Gerçekten de onun için öyleydi. O, kendisi ölünceye kadar, umudunu hiç yitirmedi.

Siz de öyle yapın… Hıdrellez olsun olmasın. Bir dilek tutun, onu bir kağıda yazıp denize atın.
Kim bilir belki de tutar dileğiniz…

En son umut ölsün… 💕

Yukarıdaki yazım, 7.5.2015 tarihinde İzmir Kent-Yaşam.com sitesinde yayınlanmıştı.



4 thoughts on “Çocukluğumun Hıdrellezleri ve babaannemin banknotları”

  • yazılarınızı severek okuyorum, bende bu sene gece saat 01:00 oğlumu uyandırdım, kalk oğlum bir dilek yaz, balkonumda gül ağacımda yoktu başka bir bodur ağacın dibine ege’nin notunu koydum, sabah uyanıp aldım ve cüzdanımda sakladım.
    temmuzda ygs sonucları açıklandığına boğaziçi ekonomiyi kazanmıştı, cüzdanımdaki notta da uyku sersemi yazılan boğaziçi-ekonomi yazıyordu:)) tuttu mu tuttu,

  • 2 gün önce giritteydik.esiniz rehberimizdi.guzel türkçeyi nasıl öğrendiğini sorduğumuzda sizden ve blogunuzdan bahsetti.tr ye döner dönmez internetten buldum yazıyorum.ne güzel yazmışsınız.hersey gönlünüzce olsun papatya hanim.bu arada biz de izmirliyiz
    Güzellikler diliyorum

  • Çok keyifle, biraz da hüzünlenerek okudum yazını. Hıdırellez, ben Aydın’dayken bizim için de asla atlanmayan bir geceydi. Annem, Hıdırellez geceleri ne dilediyse olduğunu söylerdi. Onun ısrarıyla bir kere birkaç şey çizip suyun kenarına bıraktığımı hatırlıyorum. Ama dileğimin gerçekleşip gerçekleşmediğini hatırlamıyorum. Bu arada beş yıldır İstanbul’da yaşayınca yazında geçen “çiğdem” kelimesini ne kadar özlediğimi fark ettim. Burada herkes çiğdeme çekirdek, gevreğe simit demekle meşgul 😉

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir