Pembe alçı, salyangoz ve tepeden örgülü kızlar

Kafamda birkaç düşünce uçuşuyor.

Ahmet Atakan’ın ölümüne -internet üzerinden de olsa- dakika dakika şahit olmak çok sarstı beni. Yüzünü bile görmediğim ve asla göremeyeceğim bir gencin yüreğimi bu kadar derinden yakması, kalbimizin aslında ne kadar da hassas ve başına buyruk bir parçamız olduğunu kanıtlamıyor mu? İzah etmesi zor.

Daha 22 yaşındaydı.

Her “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” deyişimde, eklemeden edemiyorum; bir şeyler değişsin ama keşke bu gencecik canlar kaybedilmeden olsaydı… olabilseydi.  Biz zamansız ve haksız bir ölümü daha protesto edinceye kadar yenisi ekleniyor kayıplar listesine. Bu çok çok üzücü… Daha nereye kadar, daha kaç can var bu uğurda feda olacak?  Her seferinde “umarım bu son olur” diyorum.

Giden gittiğiyle kalıyor. Geride kalanlar da geride kalan problemlerle boğuşmaya, mücadeleye kaldığı yerden devam ediyor.

Okullar açıldı. Okul da büyük bir mücadele değil midir çocuklar için? Bir yandan sayısız sınavlarla ne öğrendiği değil, kaç puan aldığının öneminin dayatıldığı bir sistem. Bir okulun bitirme sınavları; başka bir okula giriş sınavları; ne olduğu belli olmayan bir sürü sınav ve yarışa hazırlanan atlara dönen çocuklar.

Yetmedi, artık çocuğunu nasıl bir okulda okutacağın yönünde tercih hakkının neredeyse hiç kalmadığı, sizin adınıza buna devletin karar verdiği bir otorite var! Çoğumuzun okuduğu normal lisenin tarihe karışıp herkese -sorgusul sualsiz- İmam Hatip Liselerinin dayatıldığı bir “sistem”(!?).  Nerede kaldı “dinde dayatma olmasın” diye geçinip, kızlarımızın “başörtüsü hakkını” savunan iktidar? İstemeyenin İmam Hatip’e gönderMEme hakkına neden saygı göstermiyor?  ya da inanMAma hakkımız yok mu? Demek baĞzı haklar daha bir hakmış.

Okul çıkışında çocuğumu bekliyorum. Zil çalıyor ve koşa koşa okul binasından avluya akan çocuklara bakıyorum. Yarısı terlikli, sandaletli, crocslu, denize gider gibi. Askılı tişortlu, sırtı açık elbiseli, mini şortlu. Saçlar her çocuğun ayrı alem. Bir tane toplayan, 2 tane toplayan, salık bırakan, taranmışı, örgülüsü, karmakarışık olanı. Küpeleri, kollarında renk renk bilezikleri var kızların. Hepsi çocuk. Rengarenk. Özgür. Olması gerektiği gibi. Giydikleri giysilerin, saçlarının kaç boğum örgü olduğunun okuldaki öğrenme süreçlerine ve kapasitelerine nasıl bir etki yapacağını kim açıklayabilirse açıklasın. 

Halbuki Türkiye’de saçından, çorabına ne giydiğine karışılan çocukları baskı altında tutan, kendileri de bir şekilde “ezilmiş” öğretmenlerin durumu da içler acısı. Giydikleri takım elbiselerin, taktıkları kravatların ardında kendilerini “bir şey” sanıyorlar ama nafile.

Kızım bu sene de geçen seneki sınıf öğretmeni geldiği için sevinçten uçuyor. Sabahları okul kapısından girer girmez, koşup sarılıyor öğretmenine. Çünkü öğretmeni onlara tarih dersini sevdirmek için sınıfta tiyatro yapar gibi kılıktan kılığa giriyormuş; “Anne, öğretmenimiz çok komik, bizi hep güldürüyor” diye söz ediyor ondan kızım. Benden de genç erkek öğretmen belki çok tecrübeli değil ama önemli olan çocukların gözünü korkutan, yanaşmaya teşebbüs bile edemeyeceğin bir ciddiyet maskesinin arkasına saklanmamış en azından. Olduğu gibi, doğal. Ayağında bermuda şortu, sırtında çantasıyla geliyor okula.

Bir de kendi çocukluğum, bizim öğretmenlerimiz geliyor aklıma. Kız Lisesi’nde her sabah sınıflara girerken, bizi süzen bakışları arasında nöbetçi öğretmenlerin önünden geçişimiz… utanılacak bir tablo aslında. Saç, baş, kolye, küpe, çorap vs. kontrolu… Çorabı ne renk, desenli mi, saçları açık mı, örgülü mü, eteği çok kısa mı, gömleği beyaz mı, yoksa kolyesi, küpesi filan mı var? Sanki güzellik yarışmasına çıkmışız ya da görücüye… ne utanç verici. “Saçlar 3 boğumdan az örülüyorsa muhakkak ki kestirilecek!”. Benim saçlarım uzundu. Kafamın iyice tepesinde 2 tane toplar sonra onları örerdim. Örgüler başımın iki yanında sallanırdı yürürken ve bu benim çok hoşuma giderdi. Bir gün, o her şeyimizi denetleyen öğretmenlerden biri sınıfa girmiş saç kontrolu yaptığında, bana “senin saçların NEDEN o kadar yukarıdan örülü?” diye bile sormuştu, hiç unutmam. Yani, saçlarını örmek bile yetmiyor, “tek tip” insan olmak için… Aynı tornacıdan çıkmış odunlar gibi yontmak istiyorlar bizi en taze halimizle.

Kız kardeşimin beyaz diz altı çorapları, “beyaz ama yanında desenleri var” diye eve geri gönderildiğini bilirim. O günkü dersleri kaçırmak, çorabında desen taşımaktan daha az önemli nasılsa, di mi?

Biz bunca yıl nelere kafayı takmışız. Nelerle vakit kaybetmişiz.

                                              ΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛΛ

** Bugün öğle yemeğinde oğlum soruyor:  “Anne, kırmızı kızlık mı?”

“Hem kızlara hem de oğlanlara olabilir. Neden?” diye soruyorum. Anaokulunda bir kız demiş ki “kırmızı yalnız kızlara olur”. 

“Olur mu” diyorum, “erkeklerin de kırmızı kıyafetleri olabilir, kırmızı arabaları da 🙂 Üstelik yalnızca kırmızı değil, pembe de giyebilirler”. Nitekim, daha o sabah Maya’nın öğretmeninin bermuda şortunun pembe olduğunu hatırlatıyorum ikisine de 🙂

Bu konuşmanın üstünden fazla geçmeden, aşağıdaki resme rastlıyorum internette. 

Çocuğun kolu kırılınca doktoru sormuş; “ne renk alçı istersin?” Çocuk pembe rengi gösterince doktor şaşırmış; “pembe kız rengidir” diye… Çocuk da “kız rengi, oğlan rengi olmaz. Ben PEMBE istiyorum. Çünkü (şimdi) “Göğüs Kanseri Ay’ı” deyince doktor utancından kızarmış.  Hemşire oğlana bir öpücük vermiş, annesi de çok gururlanmış. Demek ki aylardan Ekim’miş.

İşte kültürel farklar, farklı coğrafyalarda ve farklı iklimlerde yaşayan farklı insanlar. Ne yazık ki ülkemizde kendini özgürce ifade EDEMEME daha okul yıllarından başlıyor ve çocukların beyinlerine ömür boyu kolay kolay atamayacakları ön yargılar olarak kazınıyor.

** Salyangoz bunun neresinde? demeyin: o da kültürel bir fark sembolü. Dario bu sene ana sınıfına gidiyor. Geçen gün öğretmen velilerle toplantı yaptı. Babası toplantı dönüşü anlattı. Öğlen yemeklerini evden götürecekleri için öğretmenleri bazı noktalara değinmiş. Yemekler fırında ısınacak kaplarda olacak, kapların üstüne isim yazılacak, büyük parçalıysa lokmalanmış olacak vs. vs. Mümkün olduğunca onlara iş düşmeyecek, kısacası. Örnek olarak da şöyle demiş; “çocuğunuza o gün eğer salyangoz verirseniz, lütfen ayıklayın da koyun kabına”.  Şaşmamak lazım, burası Girit ve o da geleneksel ve pek çok evde pişen sıradan bir yemek işte.



2 thoughts on “Pembe alçı, salyangoz ve tepeden örgülü kızlar”

  • Değerli Papatya Hanım, ben bahsettiğiniz konularda biraz da suçu velilerde görüyorum. Çünkü veliler nedense hemen hemen hiçbirşeye ses çıkarmıyor, ne denirse tamam diyor ve hiç düşünmüyorlar. Velilerin ve kurumların hepsini aynı kefeye koymuyorum elbet, istisnalar kaideyi bozmaz ama, mesela sizin verdiğiniz örnekte kız kardeşiniz o çorap yüzünden eve gönderildiğinde anne ya da babanız gidip okulda o şaşkın kimse (öğretmen demeye dilim varmıyor) iki çift laf etmedi mi? Size ben de kendi zamanımdan bir veli toplantısı hakkında küçük bir anektod aktarayım: Matematik hocamız biraz asabi bir tipti ve veli toplantısında tüm velilerin önünde aleni bir şekilde “bakın ben öğrenciyi döverim, baştan bunu söyleyeyim” dedi. Ve inanın 40-50 adet ana babanın olduğu toplulukltan bir tek kişi bile “hop hoca sen ne diyorsun, ne yapıyorsun” demedi! Ebeveyn böyle olunca, hoca da elinden geleni ardına koymaz tabi. Ancak çok şükür devir değişiyor, artık bu tip saçmalıklar gitgide azalıyor diye umut ediyorum, ya da kendimi kandırıyorum. Bakalım göreceğiz inşallah.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir