Müze Kartı ile Berlin’de 3 gün 3 gece müze şöleni
Evet, haklısınız, daha fazla ertelememek lazım, yazmayı. Berlin anılarımıza kaldığımız yerden, müzelerden devam ediyorum.
Kapısına kadar gidip de kapıyı duvar bulmamak için, internetten bakıyor ve öğreniyoruz ki müzeler sabah 10da açılıyormuş. Yani, sabah kahvemizi rahat rahat içmeye vaktimiz var. Zaten biz Berlin’de kahvenin sudan ucuzluğundan mest olmuş durumdaydık 🙂
O sabah oldukça soğuktu. Sokaklarda değil ama arabaların, kafelerin dışardaki masa-sandalyelerinin üstünde kar tutmuştu.
Sıcacık kahveyle içimizi ısıttıktan sonra, metro istasyonundaki kocaman ayna “gel de bir selfie çek” diyordu sanki bana. Ben de dayanamayıp aynada fotoğrafımı çektim ve…
“Ne o?! ensemin dibinde biri mi var?!”
“Bizim gezgin Papatya en son Kottbusser Tor metro istasyonunda, selfie çekerken görüldü. Paylaştığı son fotoğraftan beri kendinden haber alınamadı” diye yazıyormuş sosyal medyada 🙂
Müze kartıyla birlikte size audio guide da veriyorlar. Ben ilk kez Bode Müzesinde kullandım. Gördüklerinizle, kulaklıkta söylenenlerin senkronunu tutturmak pek kolay olmuyor. Bunun için fazlasıyla zamanınızın olması da gerekiyor. Yoksa sizin ilgi alanınıza göre müzeyi gezme hızınızı etkiliyor.
Aynı toplu taşım kartı gibi, Berlin için bilmenizde fayda olan bir başka şey de Müze Kartı (Museum Pass Berlin).
Müze kartı için 24 € ödüyorsunuz ve art arda 3 gün içinde, Berlin’de 50 tane müzeye bu kart ile bedava girebiliyorsunuz. Eğer çok vaktiniz yoksa ya da yalnızca en önemli müzeleri görmekse niyetiniz, bu işi daha da ucuza getirebilir, yalnızca “Müze Adası”ndaki müzeler için 18 € vererek daha da indirimli bilet alabilirsiniz.
Berlin’deki en önemli ve büyük müzeler, “Müze Adası” (Museumsinsel) adı verilen etrafı suyla çevrili bir adacığın üstünde, hepsi yanyana. Yalnızca burada bulunan müzelerin her birinin giriş ücretinin 10-12 € arasında olduğunu düşünürseniz, Müze Kartına vereceğiniz 24 € ile, girdiğiniz 3. müzede kâra geçmiş oluyorsunuz zaten. Hesap ortada!
Müze adası şu müzelerden oluşmakta:
- The Bode Museum Müze Adasının en kuzey ucunda bulunan bu müze 1904da yapılmış. Kaiser-Friedrich-Museum da deniyormuş. Ortaçağın başından 18.yüzyılın sonuna kadar olan döneme ait olan; Almanca konuşulan ülkelerden, Fransa, İtalya ve İspanya’dan heykeller sergilenmektedir. Geç Antik dönemden Bizans dönemine kadar Akdeniz bölgesinden sanat eserleri yanı sıra günlük yaşama ait objeler; ayrıca Doğu Roma İmparatorluğundan heykeller de yer almaktadır.
- The Altes Museum (Eski Müze) 1830da kurulmuş. Klasik Antik döneme ait Yunan eserleri sergilenmektedir.
- The Neues Museum (Yeni Müze) 1859da yapılıp, 2.Dünya savaşında yıkılmış ve 2009da tekrar açılmış. Mısır koleksiyonu sergileniyor. Meşhur Nefertiti büstü burada bulunuyor. Ayrıca, Ortadoğudan Atlantik’e, Kuzey Afrikadan İskandinavyaya prehistorik kültürden örnekler sergileniyor
- The Alte Nationalgalerie (Old National Gallery) 1876de yapılmış. Neoklasik, Romantik, Fransız Empresyonist, erken Modern çağ eserleriyle, 19 yüzyıla ait en zengin Alman heykel ve resim koleksiyonu sergilenmektedir.
- The Pergamon Museum, şu meşhur, “bizden yürütülüp götürülen” Bergama Tapınağı’nın bulunduğu Berlin’in en önemli müzesi bence. Almanya’nın en çok gezilenler listesinde birinci, dünyanın da en çok ziyaret edilen müzeler sıralamasında ilk 10’da yer almakta Bergama Müzesi. Klasik Antik Çağ Koleksiyonu içerisinde; Babil’den, Asur’dan, Mısır’dan, Kıbrıs’tan; Yunanistan’dan Olympia, Sisam Adası; Türkiye’den Bergama, Milet, Didim, Priene kazılarından çıkarılmış eserler bulunuyor. En önemli eserler:
- Bergama Zeus Sunağı, Bergama Athena Tapınağının Girişi, Bergama’dan Athena Heykeli, Milet’in Market Kapısı, İştar Kapısı ve Mshatta Alınlığı ve Halep Odası’nın yanı sıra, İznik Çinisi ve halılarından da örnekler görülür. Bergama Zeus Sunağı şu anda sergilenmiyor. Restorasyon için kapalıymış ve 2019a kadar da kapalı kalacakmış. Şu anda Milet’in Market Kapısı, İştar Kapısı ve Halep Odası ziyarete açık.
Aklınızdan çıkarmamanız gereken tek şey, bu kartın 3 günlük olduğunu unutmamak. Kartla belki 50 müzeye girmeye hak kazanıyorsunuz ama 3 günle sınırlamak zaten sizin bütün müzeleri görmenize bir engel aslında. Çünkü ne yaparsanız yapın bu kadar çok müzeyi 3 gün içinde görebilme ihtimaliniz yok. Dolayısıyla da sizin ilginizi en çok çekenleri listeden işaretleyip açık oldukları gün ve saatlere göre programınızı yapıyorsunuz ki 3 güne mümkün olduğu kadar çok şey sığdırabilesiniz..
Müzelerin büyük bir çoğunluğu da pazartesi kapalı olacağı için, o gün Müze adasında görebildiğimiz kadar çoğunu görmeye; ertesi günü, pazartesi de, açık olacak Musevi Müzesi’ne gitmeye kadar verdik biz de.
Müze adasının en ucundan başlayalım dedik. İyi mi ettik kötü mü? bilemiyorum. Yukarıdaki fotoğrafta arkamda gördüğünüz Bode Müzesi’nin yuvarlak dış cephesi.
Bode Müzesinin yalnızca dış görünüşü değil içi de son derece ihtişamlı. Kapıdan girer girmez sizi karşılayan şu heykel gibi mesela…
Bode müzesi de diğerleri gibi 10da açılıyordu, sözde!? Kapı açıktı, biletler kesildi. Paltolarımız vestiyere bırakıldı (Tüm müzelerde vestiyerler ücretsiz, paltonuz karşılığında size bir numara veriyorlar). Ama yalnızca giriş katı açıktı. Şu gördüğünüz merdivenlerden yukarı çıkma girişiminde bulununca, müze bekçisi gelip Almanca “yukarı çıkamazsınız daha” dedi; biz de hiçbir şey anlamadık tabi. Yahu insan 3-4 kelime İngilizce konuşanı bekçi yapar dünyaca ünlü müzeye, değil mi? (Sabahın o saatinde, midem burkulmaya başladı…) Neyse biz İngilizce bilmeyen bekçinin ne demek istediğini, “tarzanca” anladık ki daha yarım saat bekleyecekmişiz, öbür salonlar açılıncaya kadar. (Madem ki daha geç açılıyor, neden kitapçıkta “saat 10da açılır” diye yazıyor ki?)
Kapılar açılır açılmaz, zincirden boşalır gibi daldık bir salondan öbürüne… Ama o da ne?!
Bode müzesindeki eserlerin neredeyse hepsinde yalnızca Almanca açıklama vardı. Doğrusu çok bozuldum. Herkes Almanca anlamak/bilmek zorunda mı? (…ve defter çıkar, negatif hanesine ikinci √ atılır. Üzgünüm...)
Bode Müzesinde en beğendiğim şey; yukarıdaki mermere adeta nakış gibi işlenmiş “Phaidon’un Düşüşü” oldu. Atların, insanların, yaprakların her bir detayı öylesine ince işlenmişti ki… hayranlıkla seyrettim bir süre.
Ama müzenin büyük çoğunluğu için, “bende hayranlık uyandırdı. Bir daha bir daha gelinir” diyemeyeceğim..
Benden size tavsiye, eğer ki Hıristiyanlık sembolleri özel ilgi alanınız değilse, İsa’lar ve Meryem’lerden daha ilginç şeyler de var diyorsanız, bence siz Bode müzesinden başlamayın. Benim, şahsen, her boyda ve yaşta İsa bebekleri, bu kadar çok acı çeken/çarmıha gerilen/sefil durumda İsa’yı ve acıklı suratlı Meryem’i bir arada görmekten ruhum daraldı. Müze, müze değil de kilise mübarek! Yalnız Hıristiyanlık tarihini sergiliyor sanki. Benim gibi düşünüyorsanız, bütün diğerlerine gidin, vaktiniz çok bolsa; Bode müzesine zaman ayırırsınız. Berlin’de görmediğim o kadar çok şey daha kalmışken, ben bir daha Berlin’e gitsem, bu müzeye gitmezdim mesela.
Müzenin penceresinden Berlin Katedrali’nin kubbesi… Dışarıda bizi feci bir soğuk bekliyordu ve biz, bundn sonraki durağımız olan Bergama Müzesi’ne girebilmek için ne kadar uzun süre dışarıda soğukta bekleyeceğimizden haberdar değildik henüz.
Her müzenin girişinde; o müze için tek giriş alabildiğiniz gibi, pek çok müzeyi içeren 3 günlük Museum Pass da alabilmek mümkün.
merhaba;bu 3 günlük museum pass i internetten mi aldınız? Yoksa oraya gidince (havaalanı fln) herhangi bir turist information da var mıdır?