Kitabın adı “Düşman”, benimki değil

Çocuk Kitapları hakkında onlardan çok şey öğrendiğim, sevgili Banu Aksoy ve Yıldıray Karakiya, “Düşman” adındaki bir çocuk kitabı için yazdığım bu yazıyı paylaştılar, Bir Dolap Kitap‘ta…

Bir çocuk kitabı almıştık yaz tatilinin başında. Bizdeki Yunancası. Kitabın orijinali “L’ennemi”, yani Türkçesi “Düşman”.

Çift dilli çocuklarımın (şimdi kızım 12, oğlum da 8) bir kaç sene öncesine kadar bu Türkçe kelimeyi pek sık duyduklarını söyleyemem. Çünkü evde neredeyse hiç kullanmadığım bir kelimeydi. Hem kime, neye kullanmalıydım ki…

Ama Türkçesinden önce Yunancasını duyup öğrendiklerinden emindim. Arada azımsanmayacak kadar çok önemli bir fark vardı çünkü. Çocuklar burada okula gidiyorlar ve bütün okul kitapları Yunanca. Tarih kitapları da… Kuşkusuz ki Türkiye’de yaşıyor olsaydık da tersi geçerli olacaktı. “Yunanlıları İzmir’den denize döktük” cümlesini duymadan büyümeleri ne kadar mümkün olabilirdi acaba?

Bu konu hakkında yazmamın çok manidar olacağını düşündüm. Ne de olsa ben “düşman” memlekette yaşıyorum. Hiç kuşkusuz ki kitapların yazdıklarına inansaydım, bugün “düşman” topraklarda yaşıyor, bu da yetmezmiş gibi bir “düşman”la evimi, yatağımı, soframı kısacası hayatımı paylaşıyor olmazdım.

Kitabı görür görmez elime alıp, bir solukta okumuştum daha kitapçıdayken ve eve gidip bir an önce çocuklarımla birlikte okumak için de sabırsızlanıyordum.

Kitabın güzel anlatımının yanı sıra içindeki çizimler de çok etkileyici. Son derece yalın bir anlatım ve basit çizgilerle, bence, çocuklara vermesi gereken mesajı en hassas noktasından vurmayı başarıyor. Mesela, kitabınızı açar açmaz 2 kapkara sayfa sizi karşılıyor ve kapkara sayfada “savaştayız” yazıyor. Neden kapkara bir sayfa olduğunu tartışıyoruz birazcık çocuklarla. Bir tek soruyu sormalarından korkuyorum yalnızca:

“Peki ama o zaman neden savaşlar var?” deseler, söyleyecek cevabım yok…

Aslında var. (Bal gibi de var!) Dev bir silah sektörünü örtbas edecek büyüklükte bir örtü bulunamaz ki…

Kitabı okumaya devam ettiğimizde, sonraki sayfalarda karşımıza çıkan görüntüyse genellikle 2 delikten ibaretti: birinde “kendisinin” diğerinde “düşman” askerin bulunduğu 2 delik. Ama “kendisi” ve “düşman” olan, olaya/savaşa/anlaşmazlığa hangi taraftan baktığına göre de değişmekteydi.

Gitmesek de görmesek de, onu hiç mi hiç tanımasak da, biliriz ki karşı cephedeki “düşman”dır. O kötüdür, acımasızdır, bizim kötülüğümüzü, acı çekmemizi hatta ölmemizi arzulamaktadır.

Ama (nedense) hep “düşman”dır cani olan; “kadını çocuğu gözünün yaşına bakmadan kesen/boğan…”, “köylerimizi yakıp yıkan…”, “bize neler neler çektiren…”

Kaç kişinin aklına “tencere dibin kara seninki benden kara” demek gelir ki… Mesela, Kürtlerin ne kadar acımasız olduğunu söylemek -öyle bile olsalar- bize de onlara karşı acımasız olmayı mı hak görmektedir?

Belki de ömrümüz boyunca hiç gör(e)meyeceğimiz ama kitaplarda hep karşılaşacağımız “düşman” da dönem dönem değişir. Şimdi Kürttür, bir dönem Ermeni, bir dönemse Rum komşumuzdur, köyleri yakıp yıkan; çoluk, çocuk kesen; geçtiği yerde taş üstünde taş bırakmayan…

 

“Düşman”dır bütün bunları yapan. Nereden mi biliriz? Savaşlar başlamadan önce bize verilen, okuyup “ezbere” bildiğimiz kitaplardan elbette?!

Kitaplar bize öyle anlatır. Özellikle de Tarih dersi kitapları…

Kitaplar yazar. Komutanlar emir verir. Askerler de emir kuludur, savaşa gider. Canını tehlikeye atarak, aç, susuz kalarak, sevdiklerine hasret kalarak savaşırlar. 

Tıpkı karşı cephedeki “düşman” askerleri gibi…

Savaşlar bazen dondurucu soğuktur, bazen de cehennem gibi sıcak. Savaş acımasızdır. Zamansız, apansızın, bitmek bilmeyen, bazen de yıllarca, ömür boyu sürüp giden.

Sonra, kitaptaki hikayede, bir gün öyle bir şey olur ki… “Bizim” asker bir şekilde karşı cepheye geçip “düşman”ın sığındığı deliğe ulaşır.

Bir de ne görsün?!! “Düşman” delikte değildir ama onun da konserveleri bitmiş, matarasında bir damla su kalmamış. Demek ki hanidir o da acıkmış, susamış (tek içtiği “kan” değilmiş, demek ki, tuhaf?!) Bununla da kalmıyor. Bir kaç aile fotoğrafı; karısıyla, çocuklarıyla… Demek ki onun da ailesi varmış, özlediği…

Peki ama… Çok özlediği bir ailesi olan biri “nasıl olur da başkalarının karısını, çocuğunu öldürebilir?” diye geçirir aklından “bizim” asker.

Sonra askeri daha da şaşırtan bir şey olur. Bir de bakar ki “düşman”ın da bir kitabı var; aynı kendisine verilen gibi. Tek bir farkla: düşmanın kitabındaki “düşman” kendisidir. 

Ama nasıl olur? O, böyle yazıldığı gibi gözü dönmüş bir cani değildir ki? Kadınların, çocuklarının gözünün yaşına bile bakmadan öldüren bir katil de değildir!

Bu işte bir yanlışlık vardır. Çok “tuhaf”, “anlaşılması zor” bir yanlışlık…

Yoksa savaşlar mıdır baştan sona büyük bir yanlış?!…

Hamiş: Çocukların ne kadar dikkatli olduklarına dair bir not düşmeden edemeyeceğim. Kitabın daha yarısına gelmeden, bizim Maya’ya kitabın çizerinin çizgileri tanıdık geldi. Haklıydı da; şakalarıyla Yunancaya tercüme edilip çok sevilen TOTO’nun çizeri de Serge Bloch’un ta kendisiydi 🙂



2 thoughts on “Kitabın adı “Düşman”, benimki değil”

  • Nurdancım,
    Annelik, kendinin bile içinden çıkamadığın konularda, böyle bir soruyla çocuğunu karşında bulduğunda çok zor…
    Çünkü ne soruyu geçiştirmekle kurtulursun ne de en acımasızca cevabı vermekle… Öğretici olmakla çocuğun bu dünyayla ilgili bütün hayallerini yıkmadan tatminkar bir cevap vermek arası çok ince bir çizgi. Söylediğine pişman olmak yerine böylesi kitapların aracılığıyla çocukların dünyasını – yıkmadan – aydınlatabilmek daha kolaylaşıyor.
    Ayrıca, annelik için güzel sözlerine de teşekkür ederim ❤️

  • Papatya’cım senin gibiler “anne” olsun. Bütün anneler senin gibi olsun lütfen.

    Satırlarını okurken yüreğim sevgi doldu. Ben nereden bilir bulur da okurdum o “düşman” kitabını… Sayende haberdar olup çocukların dünyasına dönüverdim…

    Sen ne güzel bir ANNESİN 🙂

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir