Kelebeğin kanadı, arının vızıltısı

Sabah yarım saat daha erken kalsam da hiç şikayet etmiyorum. Tam tersi, galiba ben doğayla barışık bu hayatı her geçen gün daha da çok seviyorum. Ben hiç lehir dışında yaşamamıştım. Şehir dışı dediğim de öyle fazla uzak bir yer değil aslında. Yalnızca canın ne zaman, ne isterse öyle gidip alıvermek yok artık. Öyle köşeyi dönünce market, çarşı yoksa yaşayamam ben, sanıyordum. Meğer aklımız fikrimiz şu alışverişte, neyi nereden alacağımızdaymış da hayatımıda nelerden feragat ediyormuşuz da farkında bile değilmişiz. Halbuki şimdi böyle bir manzaraya uyanıyoruz.

Sabahları avluya açılan kapıları açar açmaz içeriye kuş sesleri doluyor. Bahçemiz başlı başına bir heyecan! Acemi bahçıvanlık aşkıyla her gün acaba büyüdü mü diye kontrol ettiğimiz sebzelerimiz, yaseminlerimiz, bir de narımız  var. Evin bahçesinde bol nane, lavanta, kurumaya yüz tutmuş bir öbek melisa, bir keçi boynuzu ağacı ve limon vermeyen bir limon ağacı vardı. Bir yabani gül, bir de gardenya hediye geldi. Biz de yukayla limonun arasında bir lime fidanı diktik. Artık kendi lime’larımızla içeceğimiz Mojitoları hayal ediyoruz, çocuklar da seneye boylarının limonu geçip geçemeyeceğini 🙂


Kulağının dibinden bir kelebeğin geçmesi, arının vızıltısı hayatımızın parçası oldu. Daha sineklikler takılmadığı için, gün içinde evin içine giren sineğe, böceğe bile alıştık. Geçen gün Dario başının tepesinde uçan kara sineğe, benim laflarımla “hayır, o sinek bizi ısırmaz” diye söyleniyordu. Eve giren ancak eşek arısı olursa ufak bir panik yaşanıyor. Çocuklar kaçışıyor. Ama giren de geldiği gibi çıkıyor bu panik büyümeden. Anlıyoruz ki doğada hiç birşey kendine zarar verilmedikçe zarar vermeye kalkışmıyor.

Sabah kahvesinin posasını kompost köşesine atmaya giderken bazen yeşil yanaklı bazen çizgili kuyruklu kertenkelelerle karşılaşmaya bile alıştım 🙂 O ani bir hareketimi kolluyor kaçabilmek için. Bense hareketsiz duruyorum. Tellerin ötesindeki bağlara dalıp gitmişim.

Ben de doğada büyümüş bir çocuk değilim. Yaz tatilimi köyde geçirdiğim hiç olmadı. Herkesin bir köyü varken bizim yoktu. Şehir çocuğu olsam da, oldum olası çocukları börtü böcekten korkutmaz, her bahar geldiğinde bulduğum uğur böceklerini alıp ellerine koyardım. Arı gördük diye kaçmaz, onun polen peşinde olduğunu hatırlatırdım. Bu konuda anne-babanın yaklaşımının ne kadar önemli olduğundan söz etmiştim önceki bir yazımda; “Anneleri bir böcek görünce tavana sıçrıyorsa çocukları da büyük bir ihtimalle bir böcekle sokakta dahi karşılaşmak istemez ömrü boyunca” demiştim. Belki de o yüzden yaşam tarzımızdaki bu büyük değişimi hiç yadırgamadan kabulleniverdi çocuklar. Bahçede oynamak en büyük keyifleri.

Dario eline bir küçük kürek geçirdi mi dakikalarca kazıyor toprağı.

Maya desen bazen güneşleniyor, bizden izin çıkarsa çiçekleri suluyor. Koşuyorlar birbirlerini kovalıyorlar. Çiçek topluyor, karınca yuvalarını inceliyorlar. Saksının köşeciğine ilişmiş bir parça petek ilk günkü kadar şaşırtmıyor bile. Üstelik daha salıncakları takılmadı. Daha üstünde yuvarlanacak çimimiz de yok, bahçe kenarlarını çevreleyen çitlerimiz de. Herşeyin sırası ve zamanı gelecek.

Aynen açılmayı bekleyen kutulardan birer birer çıkan unutulmuş oyuncakları, kitapları gibi. Bazen özledikleri birşeye kavuşmanın çığlığı. Bazen de “bunda da yooook” diye başlayan isyankar hayal kırıklığı.

“Heeeey çocuklar, sürahileri ararken bu kaseleri, bir deeee granita kalıplarını buldum!” diye müjdeyi veriyorum. Çok geçmeden “Yaşasın! Anne, bize çilekli yapsana!” demeye başlıyorlar. “Çilek kalmadı ama portakallısını yaparım” deyince bir heyecan bir sevinç!

“Dario, Thomas’lı tişortun da bulundu” dediğimde Dario hemen “yarın okula bunu giycem” diyor.

“Maya’cım, minişlerin haaalaaaaa çıkmadı. Öyle çok oyuncak kutusu var ki bakalım hangisinden çıkacak?”

Onlar da bir sonraki günün sürprizi olacak! Oyuncaklarına kavuşan çocuklar bir süre için de olsa ortalardan kaybolacak. Anneleri de kahvesini alıp, bahçeye çıkacak ve yazısını yazacak ya da anneanneyle telefonda uzun uzuuuun konuşacak. Bahçemizi paylaştığımız kertenkeleleri duyan anneannenin hattın öbür ucundan attığı çığlıklara gülümseyip kendini “Yooo, korkmuyorum, alıştım artık. Biz köylü olduk :)” derken bulacak.

Diyeceğim şu ki hayatımızdan memnunuz 🙂




4 thoughts on “Kelebeğin kanadı, arının vızıltısı”

  • Hosgeldin dogaya 🙂 Cimi bosver… Yenebilir olsun hersey. Cim yerine fig, yonca ek mesela 😉 Cocuklar icin coook buyuk mutluluk olacak bu ev. Bak son yazima 😉

  • Papatya’cım mutlu olmanın formülü yoktur. Tercih meselesidir. Sen bunu çok güzel başarıyorsun. Ne mutlu senin sevdiklerine, dostlarına. Doğa sevgisi olmayanlara üzülüyorum.
    Neler kaybettiklerini çok güzel anlatmışsın.

  • Oh be Papatya! Yazdıkların da fotoğraflar da içimi açtı… Keyfini en iyi şekilde çıkaracağınıza eminim…
    Büyük şehrin ortasında köylü olmaya çalışan arkadaşlarınızdan sevgiler :))

  • Papatya hanım, o kadar haklısınız ki, aynı hisleri bende Bodruma taşındığım zaman hissetmiştim. Torbalıda oturuyorduk. O zamanlar bir tane dandik bakkal vardı. Alışveriş için 3 km öteye gidiyorduk. Sonraları her şeye alıştık ve doğanın tadını çıkartarak çok güzel bir sekiz sene geçirdik. Bir şeyi hatırlatmakta fayda var. Aman akrepe dikkat.. Eğer bahçe terliği veya ayakkabısı kullanıyorsanız giymeden mutlaka silkeleyin. Bodrum da köylülerin tavsiyesi evin etrafına mazot dökmek ben belirli aralıklarla yapıyordum. Yapmaya başladıktan sonra eve yılan bile yaklaşmadı… Tabiatın tadını siz ve aileniz sağlıkla çıkartın:))

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir