Girit’ten Papatya bildiriyor :) Çift dilli çocuklar

Artık benim de bir banner’ım,  altında yazılarımın dizileceği bir başlığım var: Karşı Kıyıdan Papatya.

Alternatif Anne’nin alternatif kültürlerde yaşayan anne yazarları arasında, Yunanistan’da olup bitenler benden sorulacak artık 🙂

İlk yazım bizim çocuklar ve onların iki dille büyüyüşleri; kızımız Maya doğmadan önce çok doğru bir seçim yaparak benimsediğimiz OPOL (One Parent One Language) yönteminin nasıl başarılı olduğu hakkında.

Annemin en büyük korkusuydu. Bir yabancıyla evlenmek istediğimi öğrendiklerinde, beni alıp uzaaaak uzaaaak diyarlara götüreceğinden, oralarda doğacak çocuklarımın yalnızca oranın dilini konuşacağından ve ömür boyu torunlarıyla hiçbir şekilde iletişim kuramayacak, konuşamayacak olmalarından korkmuştu. Öyle olmadı tabii ki… ne karamsarlık!

 Şimdi yalnızca torunlarıyla değil, damatlarıyla bile oturup muhabbet ettiklerini o zamanlar rüyalarında görseler inanmazlardı herhalde. Yorgo’nun aşırı derecede istek ve özveriyle en sonunda mükemmel Türkçe öğrenmesi bizim ailemiz için bir şans, kendisi için de büyük bir ayrıcalık oldu. Ama çocukların durumu farklı. Doğdukları andan itibaren yaşadıkları ortamla etkileşim başlıyor. Dil yeteneklerinin gelişiminde en büyük görev biz, anne babalara düşüyor. Bunu çocuğu zorlamadan, yormadan, sıkmadan hatta farkına bile varmadan doğallıkla yapmak gerekiyor.

 Bizim uyguladığımız yönteme, OPOL (One Parent One Language) diyorlar. Yorgo’yla bunu ilk olarak nereden, nasıl duyduk hatırlamıyorum. Ama mantığı son derece basit: Her ebeveyn kendi ana dilini konuşacak. Çocuk doğduğu andan itibaren -hatta anne karnındayken de başlayabilir- istikrarlı bir şekilde uygulanacak. Çocuk da bir süre sonra kiminle hangi dilde konuşacağını ayırt edecek. Bu şekilde aynı evde çok dilli bir iletişim içinde büyürken hiç anlamadan her iki dili de öğrenecek. Hmm… aklımıza yatmıştı. Kızıma hamileyken, karar verdik. Nerede yaşarsak yaşayalım, bebeğe herkes kendi dilinde konuşacaktı.

Çocukcağız daha ilk kelimelerini öğrenirken, babam torununa acımaya başlamıştı. “Yazık, çocuk bir değil, iki dille uğraşıyormuş. Bari önce birini öğrensinmiş, sonra öbürünü öğretseymişiz”. YANLIŞ! Çocuk bir dille büyürse, sonradan öğrendiği dili daima ilk öğrendiği dil üzerinden tercüme ederek düşünecek ve ikinci dil daima arka planda kalıp asla birinci kadar iyi olamayacak.

Bebeğimiz her iki dilde de ilk kelimelerini söylemeye başladığında biz de yolun başındaydık. Bu arada bizim çocuğa acımaya devam edenler: “Ohhoo, çocuk ne bilsinmiş, kime ne dil konuşacak!?” YANLIŞ! Bal gibi de biliyorlar. Çocuk 2 yaşına kadar hiç farkında bile olmadan, hiç yadırgamadan her nesne için 2 ayrı dilde 2 ayrı kelime öğrenip bir şekilde minicik beyninde yerleştiriyor. 2 yaşından sonra da artık iyice kime, hangi dilde konuşulacağını kesin olarak ayırdediyor. Bunu yaparken de farklı diller olarak algılamıyor bile. Eğer ki çocuk kime hangi dilde konuşacağını ayırdedemezse, %50 şansını deniyor, n’apsın?

Kızım Maya bir gün dedesiyle oturmuş hayvanlar kitabına bakıyor. “Bu ne Maya?” “Aslan”.”Bu?” “Köpek”. “Peki bu?” “Χελώνα”…. Maya bakıyor, dede anlamıyor; “Kaplumbağa!”

Evde en erken ve kesin olarak ayırdettikleri, anneyle babaya hangi dilde konuşulacağı, tabii ki… Yeni tanışılan biri biraz kafa karıştırabilir. Ta ki onun da hangi gruba ait olduğuna küçük beyninde bir yer bulup oturtuncaya kadar. Zaten bizim kendi çocuklarımızda gözlemlediğimiz şu ki, çocuklar 4-5 yaşına gelinceye kadar aslında “farklı diller var” kavramını bilmiyorlar. Çok daha basite indirgeyerek; “annem böyle diyor, babam böyle diyor” diye düşünüyorlar ve anneyle babanın neden aynı şekilde konuşmadıklarını hiç yadırgamıyorlar! 🙂 Kızım 5 yaşına gelinceye kadar, her iki dili de kendini çok iyi ifade edecek kadar öğrendiği halde, konuştuğu dillerin isimlerini (Türkçe ve Yunanca’yı) bilmiyordu, gerek de duymuyordu. Çünkü o zamana kadar “anne buna böyle der, baba buna böyle der” şeklinde izah ediyordu.

Maya’nın bir kayısı anısı geldi aklıma. Bir gün biz evde yoktuk. Maya anneannesiyle yalnız. Ancak konuşuyor, belki üç yaşında bile değil. Mutfak masasının üstünde, içi kayısı dolu kavanozu görmüş Maya. İstemiş, annem de vermiş. Annem yabancı dillere oldum olası meraklı. Maya’ya sorayım da öğreneyim diye düşünmüş. “Maya, kayısının Yunancası ne?” …?! Maya da tepki yok! “Yunanca nasıl denir bu annanecim?” Çıt yok! Sonra anlamış ki “Yunanca” lafı pek birşey anlatmıyor çocuğa. Sonra akıl etmiş: “Maya, baba buna nasıl diyor?” Maya’nın gözleri parlamış; ve-ri-ko-ko! Annem o günden beri unutmaz kayısının Yunancasını 🙂

Bu şekilde yetişen çocuklar her iki dili de aynı anda öğrendikleri için kesinlikle bir dilden diğerine tercüme yapmıyorlar. Aynı anda her iki dili de, o dilin mantığına göre düşünüp konuşabiliyorlar. Bu da onlara daha kıvrak bir zeka vermekle kalmayıp iki dil arası iletişimde müthiş bir hız kazandırıyor. Örneğin, kızımız daha 3 yaşına gelmeden ona şöyle diyordum.

“Maya, git, babaya sor bakalım acıkmış mı?” Mayacık koşup babasına:

“Μπαμπά, πεινας?” (Baba, acıktın mı?)

“Ναι, πεινάω” (Babası: evet, acıktım)

Maya hemen bana koşup. “Anne, baba acımış” diyordu. İlk zamanlar biz de şaşırıp kalıyorduk. Oysa şimdi, her gece çocuklarımızın bana “iyi geceler, anne” babasına “Καλή νύχτα, μπαμπά” demeleri hayatımızın içindeki öyle doğal bir şey ki…

Biz OPOL yöntemini ilk defa kızımızda denemeye başladığımızda açıkçası ne kadar başarılı sonuç vereceğini bilmiyorduk. Belki bu her çocuk için geçerli olmayabilir. Ama biz kızımızla başladık, denememiz mükemmel sonuçlar verdikçe yürekleniyor; onun kendini her iki dille de ifade edişini hayranlık içinde izliyorduk. Aynı yöntemi tabi ki oğlumuza da uyguladık. Onda da başarılı olduğunu görüyoruz.

Çocuğun okula hangi ülkede gittiği ve ne dilde eğitim aldığı da önemli bir etken elbette. Mesela kızım anaokuluna gidinceye kadar günün büyük bir çoğunluğunda yalnızca benimle birlikteydi. Onunla bol bol, her konuda konuşuyordum, birlikte oynuyorduk. Dolayısıyla okul öncesi dönemde, o da kendini annesinin dilinde çok daha rahat ifade edebiliyordu. Ama Yunancayı da mükemmel anlıyordu, cevaplıyordu. Oyuncaklarıyla yalnız kalınca da tercihi onlarla Türkçe konuşmaktan yanaydı. Anaokuluna gitmeye başlar başlamaz, birden günün belli saatlerinde bulunduğu ortam ve o ortamda konuşulan yegane dil değişivermişti. Öğretmeniyle sık sık görüşüyor, kendini ifade etmekte yeterli kalıp kalmadığını soruyordum. Hiçbir problemi yoktu. Anında, sanki bir dil tuşuna basılmış gibi, Yunanca iletişime geçiveriyordu. Hatta bazen okul dönüşünde, o gün okulda olan bitenleri o aynı heyecanla anlatırken arada Yunanca kelimeler de kaçıveriyordu 🙂 Bense hiç bir zaman yargılamadan, eleştirmeden, kızmadan dinliyor; sabırla Yunanca söylediği sözlerin Türkçelerini söyleyip sözlerini onaylıyordum. Böylece hiçbir zaman hatırlayamadığı kelimeler için bana karşı eksiklik hissetmedi. Okuldaki arkadaşlarının yanında benimle başka bir dili konuşmaktan da ne çekindi ne utandı ne de sıkıldı. Tam tersine bunu yalnızca ikimizin arasındaki gizli bir bağ olarak algıladı. Etrafındaki hiç kimsenin anlayamayacağından emin olarak fikrini yalnızca bana söyleyebilmenin tadını çıkardı 🙂

Şimdi okula başlamasıyla birlikte 3 yaşındaki oğlumun önünde daha geniş ufuklar açıldı. Şimdilerde o okulda oynanan oyunların adlarını Yunanca isimleriyle söyleyerek bana okul maceralarını anlatıyor :)”



Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir