Yeniden Hamile! 3 de yetmez 4 tane!

Ne zamandır konuşmamıştık. Aynı şehirde değil de kilometrelerce uzaktaymışız gibi çok seyrek görüyorduk birbirimizi. Telefonda numarası kayıtlı olduğundan aradığını görünce sevinçle sarıldım ahizeye. Sanki o beni aramadıkça ben onu arayamazmışım gibi. Günlük hayat koşuşturmacasından unutulan küçük detaylardan biriydi o da.
– Sana haberlerim var, dedi.
(Düşündüm: yepyeni bir ev aldılar belki, sığışamıyorlardı 2 oda evlerine. Yoksa kocası işten bir soluk alıp da tatile mi götürecekti onu. Belki de yeni bir araba. Ne oldu ki söyle artık?)
– EEeee?  , deyip devamını getirmesini bekliyorum.
O ise, benim tahminde bulunmamı bekliyordu. Ben bütün tahminleri içimden geçirmiş olsam da.
– Eh, ben de başka ne haber olur?! dedi.
(Yok canım!?! O düşündüğüm değildir herhalde!!)
– Yoksa.. derken başka kuşkum kalmamıştı artık.
– Evet, hamileyi….. dedi.
– …………….   (Ne desem, ne desem, çabuk bul birşey, tebrik et, avut, ne olursa olsun!)
– ….Hayırlı olsun….. nasıl sığacaksınız o eve??!   (Tek derdi buydu o sırada kızın!  Ne diyeceğimi bilememekten!)
Sözünü ettiğim arkadaşımın 3 oğlu var ve 4. bebeğini beklediğini müjdeleyip ne diyeceğimi bilemez hale sokuyor beni. Yalnız 4 çocuk düşüncesi bile elimi ayağıma dolandırıyor.

Hayatınızdaki çok önemli olayların başka hayatlarla paralellik gösterdiği, zaman zaman da ortak noktalarda kesiştiği olmuştur sizin de. Benim de arkadaşımla hamileliklerimiz hep beraber geçti. Ben Maya’ya hamileyken o da ilk oğluna hamileydi. Oğlu kızımdan 40 gün önce doğdu. Ben Dario’ya hamileyken o da hamileydi ama ikinciye değil, üçüncüye. Çünkü o Maya’la Dario arasında 1 bebek daha yetiştirecek kadar hamarattı 🙂  Dario’yla arkadaşı da 1 ay arayla doğdular. Küçüğü memesinde emzirirken ortancayı da yanına yatırıp biberonla besliyordu.
3 çocuk, 3ü de oğlan. Evleri 2 oda. Zaten matematiksel olarak oda sayısını aşacak kadar kalabalık varken evde, bir de yenisine ne dersin ki?!  Oğlanlar kuduruk. Zaman geliyor birbirlerini yiyorlar, ev tımarhaneye dönüşüyor. Anne çıldırmak üzere! Geçen sene birgün kahvelerimizi yudumlarken bana “biliyor musun ben 4. bebeği de düşünürdüm ama bu ekonomik kriz gözümü korkutuyor” diyecek cesareti vardı ama bunu yapacak kadar cesur olacağını hiç tahmin edemezdim. Peki koşullar pek de kolay değilken “çok çocuk sevmek” ne kadar mantıklı?  Evde sürekli bir yardımcısı, çocuk bakıcısı yok. Kayınvalideden kendi arkadaşlarıyla kahve sohbetlerinden arta kalan zaman dışında pek fayda yok. Annesi uzakta, köyde. Kocası çalışmak zorunda. Evde zaten 3 çocuğun sorumluluğu tamamen onun omuzlarında…. ve 4. bebek hayalleri!
7 yaşındaki kızıma müjdeli haberi fısıldadığımda, o bile “Anne, okul gibi olacaklar!” derken ve benim kafamda binbir düşünce birbirini kovalarken; telefondaki konuşma devam ediyor:
-Biliyor musun, 3 çocuk olunca anladım ki onlar da birbirlerine yardımcı oluyorlar, deyince iyice afallaşıyorum. 3 çocuk aslında 2 çocuktan daha kolay-mış. Bir şekilde birbirlerini idare ediyorlar-mış.
Evet, çünkü annenin 2 eli, 2 gözü, 2 kulağı var! diye geçiriyorum aklımdan. Fiziksel olarak mümkün değil bir annenin, aynı anda 3 çocuğunun birden elinden tutması; üçünü birden dinlemesi, üçünü birden görmesi. Annelerin memeleri bile 2 tane! İster istemez her seferinde bir çocuk saf dışı kalıyor. Anne üçüne de -sevgi demiyorum ama- aynı anda hem zamanını hem de ilgisini veremiyor.
Bırak üçünü; ben bazen ikisine yetişemiyorum, diye de haykırıyorum, içimden tabi! Parka gittiğimizde, meydanda bisiklet sürdüklerinde ikisi de ayrı tarafa gidince nereye döneceğimi bilemiyorum. Annenin yetişemediği zaman bu “açığı” en büyük kardeş mi kapatıyor yani? Ama bir ailede herkesin rolü ayrı; bir çocuk anne ya da baba rolü oynayamaz ki… oynamamalı ki…
* Abisi, ablası bakar diye çocuk yapmak,
* Anneanneler, babaanneler büyütsün diye çocuk yapmak,
* Çocuk yapıp sonra bunalmak; evde kendini atacak herhangi bir işte çalışıp aldığı üç kuruşu üç kuruşluk bakıcılara verip kendini çalışan “Anne” saymak,
* Anne olmaya hazır olsan da olmasan da “Herkes yapıyor” diye çocuk yapma,
* Çocuğu yaptıktan sonra yaptığına pişman olup acısını da çocuktan çıkarmak,
* Çocuğu yapar yapmaz pişman olup onu çöpe, cami kapısına, başka bir mahalleye bırakmak,
* Çocuğu ölüme terk etmeye kıyamayıp ölümden beter edip dünyasını karartmak,
* Çocuk sahibi olmakla kendi dünyasını karartıp hem hayata hem kaderine küsüp oturmak,
* Boşanmış anneyle baba arasında oynanan “yakartop” misali çocuğu her fırsatta diğerinin üstüne atıp kaçmak,
* Kırık dökük bir hikaye sonrasında yanına tek kar kalan çocuğuna sarılıp kaybedilmiş sevgiyi boğarcasına çocuğa akıtmak…
Bunlar da birer anne(/baba) tercihi değil midir?
Bir çocuk ne zaman ve ne koşullarda dünyaya geleceğine kendisi karar veremez; ama annesi kendini hazır hissettiği yaşta ve zamanda çocuk sahibi olmaya kadar verebilir. Bu kararı aldığında çocuğuna nasıl bir hayat sunabileceğinin farkındadır. Mantık çerçevesinde, hayallere kapılmadan, ne daha karamsar ne de fazlasıyla iyimser olmadan çocuğu nasıl bir geleceğin beklediğini kestirebilir. Gözlerinin önüne serilen gelecek eğer beklentilerini tatmin etmiyorsa o zaman o çocuğu yapıp yapmamak konusunda daha ciddi düşünmelidir. Başkaları büyütsün ihtimalini düşünmek; “dünyaya bir gelsin rıskını Allah verir” demek nasıl bir güvencedir? Nasıl bir mantıktır? Bunda mantık var mıdır?

Bu yazımı, “Yiyorum Büyüyorum“da paylaştım.



Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir