Yaseminli Çin Çayının düşündürdükleri…
Bazen terslikler üst üste geliyor hayatta. Annemin ameliyatına biz İzmir’den döndükten sonra karar verildi. Gidemediğim için içim içimi yiyordu. Neyse ki kardeşim Bahar oradaydı ve benim yokluğumu aileme hissettirmediği gibi, beni de gelişmelerden haberdar edip her geçen gün annemin daha da iyileştiğini söyleyerek yüreğime su serpti. Dünya tatlısı ikizlerini mecburen babaannelerinin köyüne bırakıp gitmişti İzmir’e. Annemin “artık ben iyiyim kızım, sen de çocuklarına kavuş” ısrarlarıyla geçen hafta başında onları köyden almaya gitti. Bu arada tatlı yeğenlerimden birinin, Elif’ciğimin başına “ucuz atlatılmış” bir bisiklet kazası geldiğinden ne o haberdardı ne de biz. Şimdi Elifçik evde dinleniyor, anneciği de onunla birlikte. Bacağının iyileşmesi için bir süre daha ilaçlarına ve dinlenmeye devam etmeliymiş… Kısacası, Bahar’dan döneli beri ses seda çıkmayışının sebebi annemin rahatsızlığı değil fakat Elif’in başına gelenler. Umarım en kısa sürede iyileşip kendini toparlar güzel yeğenim.
“Gözden ırak gönülden ırak” derler ama olmuyor işte öyle…
Olayların ardı ardına böyle gelişmesi, ne kadar uzakta olursam olayım, yüreğim onlarla olduğu için ister istemez beni de etkiledi. Uzun bir süre, annemden gelen haberler ne kadar iyi olsa da, sanki her an birşeyler ters gidebilir gibi bir hisle doğru düzgün sevinemedim bile bu iyi haberlere. İnsanın gözü görmeyince yüreği hiç de daha kolay rahatlayamıyor ki…
Bu arada geçen hafta sonuna doğru, bir de fotoğraf makinam bozuldu 🙁 Öylesine, durduk yerde. Bir gün önce Maya’nın fotoğraflarını çekmiş, koymuştum rafa. Ertesi sabah açtığımda vizörden görünen görüntü, rengarenk bir ses grafiğini andırıyordu. Servisi var ama makinayı Atina’ya göndermem gerekiyor. Digital makinaların fiyatlarının her geçen gün düştüğünü göz önüne alırsak, inşallah astarı yüzünden pahalıya malolmaz bize. Bakalım…
Tabi ki bu aksilik diğerleriyle kıyaslanamayacak birşey. Ne de olsa maddi birşey. Tamir olursa, olur. Olmazsa -varsa parası insanın- yerine yenisi alınır. Oysa sağlığımız öyle mi ki?…
Onun kıymetini ancak elimizden kayıp gidivermek üzereyken anlıyoruz ancak. Geç de olsa, değerini anlayabiliyorsak yine de ne mutlu bize. Sağlıklı olmak, ayakta ve her işimizi kendi başımıza yapabilmek ne büyük bir nimet aslında.
Çocuklarımızın sağlıklı olmasına gelince, işte bu en büyük mucize benim için! Ne çocuklar var dünyada… yokluğun ya da savaşın içinde doğmuş olmayı bir kenara koyun, ne çeşit sağlık problemleriyle uğraşanlar. Kolu, bacağı olmayanlar, gözleri kör doğup annesini hiç görmemiş olanlar, doğuştan sağır olup hayatında hiçbir ses duymamış olanlar ve niceleri ki minicik yaşlarında ölümcül hastalıklarla boğuşanlar… neler var bu dünyada neler… Dünyada bunca dert, bunca hastalık ve sakatlık varken ve benim herşeyden önce eli ayağı sapasağlam, sağlığı yerinde, aklı yerinde, tatlı bir kızım varken; “fotoğraf makinam bozuldu” gibi bir laf etmemin ne kadar boş ve anlamsız olduğunu şimdi daha da çok idrak ediyorum.
Kızım melek gibi uyurken, Yorgo’nun çok sevdiğimi bildiği için Atina’daki Çinlilerden alıp da bana getirdiği yaseminli yeşil çaydan demliyordum kendime. İçindeki yasemin tomurcuklarının sıcak suyun etkisiyle tekrar birer çiçek gibi açılması içimde bambaşka duygular uyandırmış, günler sonra bilgisayarın başına geçip parmaklarımdan bu satırların dökülmesine yaramıştı.
İyi de oldu 🙂 Tekrar bir başladım mı, arkası daha kolay gelir… Hem ne zamandır yapılıp, fotoğraflanan ama yazılmayı bekleyen tarifleri de değerlendirme fırsatım olur böylece.
Bu arada, eğer bulursanız içinde yasemin tomurcukları olan yeşil çayı tavsiye ederim. Mis gibi yasemin kokusuyla içerken yalnızca içinizi değil yüreğinizi de ısıtıyor 🙂