Kader ve savaş üzerine

Bir aşağıdaki 10 günlük kadersiz bebeğe bakıyorum. Bir de daha aşağıda, tek derdi eğlenmek olan kendi çocuklarımıza. Kader dediğimiz şey bu olsa gerek, diyorum. İnsan kaderini belirleyebiliyor mu ki? Belki bir derece. Okuyup okumaması, hangi mesleği seçeceği insanın elinde çoğu(!?) zaman. Ama nerede doğacağını, nasıl bir aileye doğacağını seçebilir mi insan? İşte burada kaderin rolü başlıyor bence. Bazıları bazı fırsatları belki baştan kaybediyor. Bazıları da şanslarıyla doğuyor. Doğduğu toprakların zenginliği, iklimi, güneşin yüzünü ne kadar gördüğü bile – farkında olmasak da – birer etken hayatımızda. Kuzeyli bir insanın ruh hali ve hayata bakışı, bir güneyliyle aynı olmuyor. Şehirde doğan bebekle bir dağ köyünde doğan da öyle. Hayatı boyunca savaşlara, büyük yokluklara tanık olmak hiç kimsenin tercihi olmazdı elbet. Peki ya doğuştan sakat doğan bebekler. Böyle bir kaderin anlamınıysa ben şimdiye kadar çözebilmiş değilim.

Olmayacak sebeplerden savaşlar çıkıyor. Aşağıdaki gibi minicik yavrular, ufacık canlar yitip gidiyor. Daha kendilerine ne olduğunu anlayacak yaşa varamadan… Elimizden ağlamak ve lanet okumaktan başka birşey gelmiyor. Birşeyleri değiştirebilmek tahminimizden de büyük güçler gerektiriyor çünkü. Bizi aşıyor, yalnız seyirci bırakıyor. Ateşkeş, barış sözlerini duyunca, gözyaşlarımızı silip etrafımıza bakıyoruz şaşkın şaşkın, acaba bu söylenenler doğru mu diye… Nereye kadar sürer, verilen sözler ne kadar tutulur, meçhul.

Savaşı çocuklara anlatmaya olanak yok, tabi. Hele ki sebeplerini izah edebilmek imkansız. Kızıma anlatmaya çalışsam, o en basit soruyu sorar diye korkuyorum.
– Anne, ama NEDEN? , dese… ne derim ki… nasıl yanıtlarım ki… sanki ben biliyorum neden bu savaşlar…
İnsanların neden birbirini öldürdüğünü izah etmek zor, çok zor… kalbi saf duygularla dolu bir çocuğun aklının alamayacağı kadar karmaşık, tarifi zor ve insanlık ötesi. Zaten ölümü daha tanımıyor ki… tanıdığında, bunun bir insanın elinde oyuncak olabileceğini de öğrenecek birgün elbet. Şimdilik elimden tek gelen, dünyadaki bütün çocukların kendisi kadar şanslı olmadığını anlatmaya çalışmak ona. Sanmasın ki herşey böyle güllük gülistanlık. Sanmasın ki sahip olduğu herşeye dünyaki her çocuk da sahip. Zaman zaman söylüyorum: dünyada yiyecek ekmeği bile olmayan çocukların olduğunu. Onların seninki gibi çeşit çeşit oyuncakları, bebekleri, renk renk kitapları yok, diyorum. Sessiz sessiz düşünüyor. Ne kadarını anlayabiliyor, nasıl canlandırıyor minicik beyninde, bilmiyorum. Ama söylenen hiçbir sözün boşa gitmediğine inanıyorum. Aklının bir köşesinde dursun. Bugün olmazsa yarın işine yarar, diyorum. Böyle bir dünyanın varlığına birgün tanık olduğunda, annem bana anlatmıştı, diye düşünür, belki şaşkınlığı ve uğrayacağı dehşet biraz olsun hafifler. Çünkü daha bilmediği öyle adaletsiz yanları var ki bu dünyanın. Hangi birini anlatsam, hangisini söylesem. Nasılsa birgün gelip öğrenecek. O zamana kadar dünyayı kendi tanıyabildiği ve bizim ona anlatabildiğimiz kadarıyla hayal edecek.

8.Ağustos.2006 – Beyrut       ( photo / Ramzi Haidar)

Hiç birşey yazamıyorum…. Ne diyebilirim ki…..
Ben de bir anneyim…………. benim de bir evladım var……………………………….
Elimden hiç birşey gelmiyor…….



Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir