Komşuda Pişer 10 yaşında

Önce bir Giritliye aşık oldum, sonra onun memleketine…

Şimdi bir düşünüyorum da, hayatımın en verimli yılları Giritte geçti. Tabaklar dolusu tarifler, sayfalar dolusu yazılar ve buna 2 çocuk da dahil 🙂  

Giritli yazar Nikos Kazantzakis , ZORBA’da şöyle der:

  Hayatımın akışında, neden rastladım sana.

Sahi ben sana rastlamasaydım nasıl olurdum, Girit.

Ne çok şey öğrendim senden. Ne çok şeye şaşırdım, çokça da hayran kaldım.

Yorgo’yla İzmir’de başlamıştı birlikteliğimiz. Ona mükemmel bir iş bulsaydık belki de hayatımıza hala orada devam ediyor olacaktık. O zaman her yaz tatilinden tazelenen bir tatil  aşkı olarak kalacaktın, Girit’im.

Girit’e gelip yerleşmemiş olsaydım, şöyle bir düşündüm de; burada yazacak bu kadar çok şeyim olur muydu?

Eskiden çiçeğini bile tanımadığım kaparileri kendi ellerimle toplayabilir miydim?

Kabağı severdim ama aynı sabah kopartılmış çiçeğinin nasıl bir lezzete dönüşebileceğini görebilir miydim? 

Şu bergamotların dış görünüşüne aldırmayacak kadar lezzetli olduğunu bilebilir miydim? Sahilde kendi ellerimle kaya koruğu toplayıp turşusunu yapabilir miyim? Girit yemeklerinin de, muhtemelen yalnızca tatillerde, davet edildiğim sofralarda tadına bakabilecektim.

Ama ben… bu kadar çok çeşitli otun cennetinde buluverdim kendimi, her gördüğüm otun tadına baktım. 

Buranın havasını soluyup, suyunu içmesem ben aynı ben olur muydum hiç? 

Küçük yerde yaşamanın verdiği rahatlığı ve acele etmeden de her şeyin olması gereken zamanda olacağını de bilemeyecektim.

Büyük bir şehirde olsam, ne çocuklarımla yan yana bisiklet turlarına katılabilecek, ne de haftanın her günü ayrı bir pazarın altını üstüne getirebilecektim. İzmir’de bir apartman dairesinde, büyük ihtimalle 7 kediye bakamaz, limonumu bahçedeki ağaçtan koparamazdım. Bahçemdeki baklalar, rokalar, ısırganlar, naneler başka topraklarda çıkardı. Ben de kapariyi yalnız kavanozda turşu, bergamotu da Earl Grey çayındaki esans olarak bilmeye devam edecek, ne güzelim şarapları doya doya içebilecek ne de aynı lezzetlerle misafirlerimi ağırlayabilecektim. 

Evimi, ailemi, işimi bırakıp yola çıktığımda, arkamdan endişeyle bakanların aksine; burada kendimi olduğum gibi kabul ettirebildim. Hatta (eminim ki) tanıdığım bazı insanların kafasında örümcek tutmuş, el değmemiş “Türk imajı”nın tozlarını üfleyip dağıtabildim.

Mercimek köftelerimin tadına bakanları şaşırtmakla kalmayıp bildiklerinin farkında bile olmadıkları Türkçe kelimelerle onlarca öğrencimi ağzı açık bırakıp Türkçe’ye hayranlık puanlarını arttırdım 🙂

Keçi sütünün tadını bilmezken, sütlacını, peynirini yaptım. Dalından zeytin, bağından yaprak topladım. Doğadan ot toplama avına çıktım, bu kadar nimetin arasında yaşayıp da bunca yıldır farkında olmayıp yanından geçip fark edemediklerime yandım. Bahçemiz olunca, ektiğimiz azıcık şeylerin tadına doyamadım.

Yemeklere, düğünlere, vaftizlere, sinagogta nikah törenlerine, ekolojik organik festivallere, kermeslere katıldım. Konserlere, sergilere, Antik Yunan tiyatrolarına gittim. Her milletten her dinden arkadaş edindim. Yunan adalarını, yetmedi, en uzak köşelerine kadar Yunanistan’ı gezdim. Hükümete isyanımızı duyurmak için yürüyüşlere, herkese eşit hak verilmesinden yana olduğumdan Girit’in ilk Onur Yürüyüşüne  katıldım.

Paranın geçmediği değiş-tokuş sistemine, çocuklarımızın ortak faaliyetler yaptığı anne gruplarına dahil oldum. Yediğimi, içtiğimi, yaptığımı, pişirdiğimi, gezip gördüğümü yazabildiğim zamanlar da oldu, uzun bir suskunluğa gömüldüğüm aylar da… Sonra yepyeni bir bebekle ve hayata 4 elle sarılmış olarak geri geldim. 

Acı, tatlı, ne çok şeyler yaşadım son 10 yıl içinde! Göz yaşına kahkahaları karıştırıp kimini yazdım kimini kendime sakladım.

Ben Girit’e gelmeseydim;

evden işe, işten eve monoton bir hayatım, bundan şikayet etsem de vazgeçemeyeceğim bir maaşım olacaktı, büyük ihtimalle. Hafta sonunu iple çekecek, mahalle pazarına gidecek olsam doğayla temas ettiğime inanıp huzur bulduğumu sanacak, Kordon’da vapura bindikçe nefes aldığımı hatırlayacaktım.

Bir duble Girit rakisini mideye indirmiş olmanın cesaretiyle direksiyon sınavına girmeyecektim, elbette!

Blogumda ne yazdığımı anlamadığı halde, ısrarla “tariflerini Yunanca’ya da tercüme etsen de biz de anlasak” diyen bunca Yunanlı arkadaşım da olmayacaktı, ne de tariflerimi deneyip benimle paylaşan siz, takipçilerim.

Rakiyi, kapariyi, bergamotu, kaya koruğunu, incir reçelini, çiğ enginarı, bahçedeki baklanın tadını bilmiyor olacaktım ki sizinle paylaşayım…

Siz de beni bilmeyecektiniz.

Belki bir blogum bile olmayacaktı, paylaşmaya değer farklı bir şeyler yapmadıkça hayatımda.

Demek ki iyi ki gelmişim Girit’e, doldurmuş hayatımı. İyi ki yazmaya başlamışım 10 yıl önce.

Şimdi de SÜRPRİZE geldi sıra!!

Bu yazımın altına yorum bırakanlar arasından 5 kişiye, yalnızca Girit’in dağlarında yetişen şifalı Diktamon çayından göndereceğim. Yorumunuzu bırakın, Diktamon keyfinizi yapın!

Daha nice senelere…



83 thoughts on “Komşuda Pişer 10 yaşında”

  • Siz Girit ‘e yerleşmeseniz, ne Girit’ten ne Yunan kültüründen, ne bu farklılıklardan,ne bu yemeklerden haberimiz olmayacaktı. Sizi tanımasak masal gibi bir hayat yaşayabilen,yaşam azmi güçlü olan ,hayata hep pozitif bakan birini tanıyamacaktık.
    Sağol Papatya.Sağol Girit…Sağol Yorgo (kızımıza aşık olduğun için)

    İyi Varsınız…

    Cengiz Ayçiçek

  • Ne guzel yazmissiniz Papatya!Okudukca icim acildi resmen,hep duydugum Girit’i bir de bu sekilde dinleme firsati buldum.İnsallah en kisa zamanda yolumuz Girit’e duser de sizlerle tanisma firsati da buluruz.Renklerinizin her gun cogalmasi dilegiyle,sevgiler…Gulnur

  • Yazılarınızı elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum, iki kültürün benzer yanlarını ortaya koymanızı çok seviyorum. Sevgiyle kalın belki de kurada ben çıkarım.

  • geçmişi giritte kalmış biri olarak sizi geçen yaz tanıdım ve ilgi ile takip ediyorum. sizi okurken çok heycanlanıyorum.

  • ,Nice on Nice on yıllara Papatya Abla. Takipteyiz, heyecanla yenilerini bekliyoruz 🙂

  • Girit gittigim en guzel yerlerden biri, Dakos’un tadi hala damagimda ….

  • Giritten yeni döndük (18-23 Mayıs 2016 arasında) Balos, Kissamos, Rethymno, Bali, Chania, Iraklio, Malia, Ag. Nikola gezdik. Kazancakis, Arkeoloji ve Tarih müzelerini; Knossos, Minoiki Palati saraylarını gezdik ve Girit’e bayıldık. Sanırım gene geleceğiz.

  • Sevgili Elif Aydar
    Benim de anneannem Selanike dedem ise Prevezeli
    Hayatın kimi, nereye sürükleyeceğini kimse bilemiyor ☺

  • Sevgili Bahri
    Alanyanın bu hali bile İstanbul’un keşmekeşinden iyidir bence

  • Merhaba,ne mutlu size
    Benim de rahmetli babaannem giritli ama ben maalesef onu hiç tanıyamadım,dedem de selanikliydi… Annem izmirli ama birşekilde babamla yolları kesişmiş işte✔️ Hayatım boyunca soyumla sopumla çok ilgilenmedim ama babacığımı kaybettiğimden beri en çok da girit e gelmek,damarlarımdaki kanın yerini,havasını,suyunu tatmak istiyorum.İnşallah nasip olur birgün,sizin mutluluğunuza da istanbuldan ortak oldum,upuzun harika bir hayat dilerim,sevgiler
    Elif

  • Sevgili Papatya,
    Birkaç yıl önce internette dolaşırken bloğunuza rastladım. O günden beri sizi ilgiyle takip ediyorum. İçten ve samimi anlatımlarınız beni bir hemşerimle sohbet ederken hissedeceğimiz güzel duygularla sarıp sarmalıyor. Bodrum’a yerleşen bir İzmir’li olarak ben de aynı sizin gibi “Küçük yerlerde yaşamanın verdiği rahatlığı ve acele etmeden de her şeyin olması gereken zamanda olacağını” burada yaşamaya başlayınca öğrendim. Nice 10 yıllarınız olsun. Tebrik ederim. Sevgilerimle,

  • Yazınızı okuyunca içime bir hüzün çöktü kendi adıma. Hayatta bulunan bir çok güzellikten faydalanamadan yaşıyoruz çoğumuz ve sizin gibi yaşayanlara ağzımızın suyu akarak bakıyoruz

  • Ah bir cesaret etsem de esaretten kurtulabilsem. Sizi okumak bana çok iyi geldi. Teşekkürler.

  • Ne guzel anlatmışsıniz yaşamınızi. Ben 3 kez gittim girit e. Beni girit e goturen sey buyuklerimin ve babamin girit ile ilgili anlattiğı güzel hikayelerdi. Anlattiginiz mutfagin hepsi bizde de var. Girit kültürü almış bir ailede yaşadigim icin. Burada yetismeyen bergamot vb. disinda. Ama gittiğimde gördum ki orada yasam gercekten cok dogal ve cok dingin. Siz yureginizin goturdugu yere gitmissiniz. Ama cok sanslisiniz ki bu yer yeryüzünün cenneti. Size sevdiklerinizle nice guzel Girit dolu günler diliyorum.

  • Alimcim,
    Senin yazdıkların, kitabın olmasaydı; benim yazdıklarım olmasaydı; kısacası paylaşmak olmasaydı, ne ben seni tanıyacaktım ne de sen beni. Verdiğimiz benzer hayat mücadelesinde “bak, işte yalnız değilim” dedirtecek hikayeni de bilmeyecektim. Halbuki paylaşmak yalnız bilgiyi, görgüyü, merakı artırmıyor, bazen en çaresiz anında herşeyden çok ihtiyaç duyduğun cesareti de artırıyor
    İnsanın yüreğine su serpen iyi bir örnek oluyorsun, bilesin…
    Hep sevgiyle, her daim sağlıkla kalasın…

  • Sevgili Papatya, özendim yazdıklarına. Biz de 12 sene önce, daha sakin, doğal bir ortamda, doğa ile iç içe yaşayabileceğimiz umuduyla Alanya’ya taşındık. Ancak sadece 12 senede neredeyse dev bir şehir haline geldi Alanya. Yüksek binalar, oteller dikildi muz ve muşmula bahçelerinin yerine.
    İstanbul ile kıyaslanınca halen çok güzel Alanya ama senin anlattıklarının bir çoğunu yaşamak ne yazık ki mümkün değil.
    Dedim ya, özendim okuyunca. Hep böyle mutlu ol. Sağlıcakla…

  • Ben de oğullarımla ve can arkadaşım Leyla’yla iyi ki katılmışım geçen yıl adalar turuna… Anneannemin doğduğu ama büyüyemediği Girit’te iyi ki sizi ve eşinizi tanımışım. İzmir Karşıyaka’dan kocamaaannn sevgiler size ve ailenize…

  • Elvancım,
    Eğer bizi tanıştıran blog olmasaydı. Aynı şehirde yaşayıp yıllarca hiç tanışmamış da olabilirdik.
    Değil mi ki tanıştık, uzak da olsak, hiç tanışmamaktan iyidir.

  • Sevgili Didem,
    Bana da karşı komşum vermişti o cesareti, eşime 1 torba inciri tutuşturduktan sonra.
    Size de cesaret vermiş olmam ne güzel ❤

  • Canım Leacım,
    Izmirde kalsaydım daha sık görüşebilirdik.
    Her gelişimizde görüşeceğiz diye 10 takla atmamız gerekmeyecekti
    Ama sizin de Girit’te çalacak bir kapınız olmayacaktı

  • Sevgili Didem,
    Egenin kaderi bu…
    Her savaş halinde karşı kıyıdaki “düşman” diye tanıtılıyor bize. Sonra da “onu denize döktük” diye de kendimize övünç payı çıkarıyoruz. Halbuki yüzünü bile görmediğimiz, sofrasında yemek yemediğimiz öteki kıyılı hakkında…
    Çok adaletsiz değil mi?

  • Gökçecim
    Aslında İzmirden kalkıp İstanbul’un keşmekeşine gidebilmek daha da büyük macera bence
    İnsan daha küçük bir yere, daha kolay alışıyor. Hayat daha yavaş akıyor…
    Telaş daha azsa stres de daha az.
    Hem derler ya; nerde çokluk orda….

  • Papatya ablam, içten gülüşünde, şen kahkahanda en ufak bir payı varsa Girit’in, ki var, ne mutlu o memlekete 🙂 Seçimlerle yaşıyoruz, ne kadar özensem de yazını okurken, korkumu yenip daha farklı bir hayata başlamak zor benim için. Bu gidişle ben de metrobüs’ün güzelliklerini konu ederim, varsa tabii 🙂 Hep gülesin. Hayırlı kandiller. İstanbul’dan sevgiler 🙂

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir