Adem’e kalsaydı…

Adam and Eve, Albrecht Dürer, 1504

Yazmayayım, diyorum sabahtan beri. Ama olmuyor işte…

“Kadınlar’ın Günü”ymüş diye, önüne gelen kutluyor, şu günlerde ülkemizin yaşadıklarıyla hiç de bağdaşmayan, dam üstünde saksağan misali laflarla kadınları yüceltiyorlar da yüceltiyorlar. Günübirlik birşey-miş gibi hissettirme günlerinden biri işte.

“Kadın Hakkı” diye bir şeyin artık adının bile anılmadığı, anılmak zorunda kalmadığı, çünkü erkekle her daim aynı hakka sahip olduğu bir ülkede yaşarsınız da, kadın olmanın gururuyla göğsünüzü kabartıp dolaşırsınız. Bakın bir İstanbul kadar nüfusu olan Yunanistan’da bu meseleler çoktan çözülmüş de, feminizm diye bir akımın adı bile kalmamış, ilginç ama gerçek bu. Yunanistan’da Feminizm, artık modası geçmiş bir akım.

Türkiye’me gelelim bir de… Güzelim memleketimde, son 3 senede çocuk gelinlerin sayısı 130 bini geçmiş bile. Şimdi bu çocukları da “kadın”dan mı sayacağız?! Ama onlar kadın sayıldıkları için, seçme şansı da verilmeden, evlendiriliyorlar; akılları geride kalan oyuncaklarında daha. Peki ya hayalleri? Onu soran yok. Eğer bu çocukları “kadın”dan saymazsak o zaman da iş değişiyor, 18 yaşın altındakini nikahına almak ayrı bir hukuki alanın konusu ki o da tehlikeli.

Çocuk gelinlerin, tecavüze uğrayıp tecavüzcüsüyle namusu “temizlenen” kurbanların, evladının gözünün yaşına bakmadan katledildiği yüreği yanan anaların, kayıp çocuklarının hala bulunabileceği umuduyla yaşayan anaların Kadınlar Günü neyine?  Biz, kadınların hamileyken sokağa çıkmasını kendilerine tahrik sebebi olarak görüp neredeyse yasaklayacak yobazların; ““Anası tecavüze uğruyorsa neden çocuk ölsün? Anası ölsün” diyen belediye başkanlarının ülkesinde yaşıyoruz, ne yazık ki… giydiği dekolte giysi yüzünden işinden olan kadınlarla ve başındaki örtü üstüne binbir siyasi dolapların çevrildiğinin farkında olmayanlarla aynı  memlekette yaşıyoruz. Bu memlekette, siz kalkıp AVMlerin kapısında kadınlara çiçek verseniz ne olur? AVMlerde, çarşılarda gezen kadınların gül verenleri çoktur, olmasa da kendi alacak parası vardır. Van’da bu soğukta konteynerlarda yaşamaya çalışan kadının, çocuğunun parçalarını eteğine toplayan kadının halinden anlamadıktan sonra tuzu kuru kadınlara “kadın olmanın kutsallığını” hatırlatmışsın da ne olacak yani?

Kadın olmanın kutsallığı dedim de…

Asıl bu konuda yazacaktım. Dünyadaki bütün ilahi dinler, kadını ikinci sınıfa oturtma çabasındadırlar. Daha ilk insanın hikayesinden başlar çarpıklık. Erkeği çamurdan yoğurur da,  kadını onun kaburgasından yapmaya layık görür. Kadınların pankartlara “ben senin kaburgandan olmadım, sen benim vajinamdan çıktın” diye yazması birkaç bin yıl alacaktır. Bir de “Meraklı Havva ve Yasak Elma” hikayesi vardır ki ne yapıp edip Havva’yı günah keçisi halinde tanımlar. Bilgi ağacından yasak meyveyi çalan (hırsız!) kadındır (evet, çünkü bilgiyi öğrenmeye tek hevesli de kadındır!).  Elmayı yiyene bakalım ne olacak diyen merakı cesaretine yenik düşen kadındır, erkek değil. Gerektiğinde deli cesareti gösterip, istediği şey uğruna her şeyi göze alabilecek olan da kadındır. Peki ya Adem’e kalsaydı??!…

Muhtemelen bugün bunları tartışan bizler de olmayacaktık – tabi  bu hikayeye göre.

Erkeklerin hakim olduğu dünyanın ne hallere düştüğünü de gördük… hala da görüyoruz.

Bu dünyanın;

yeri geldiğinde deli cesareti gösterecek,

yeri geldiğinde elini üstüne koyacak vicdanı olacak,

yeri geldiğinde de ana yüreğinin şefkatiyle affedecek insanlara ihtiyacı var. Bunların hepsi de, en aşağılık erkeğin burun kıvırıp beğenmediği ve küçük gördüğü zavallı bir kadında dahi, bütün dişilerde olan vasıflar.

Bu dünyanın yüz değiştirmesi lazım. Kendini daha genç beyinlere ve daha fazlasıyla kadınlara teslim etmesinin zamanı gelmedi mi?



2 thoughts on “Adem’e kalsaydı…”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir