Yıl: 2009

Bütün dünya aynı dili konuşsaydı

Bütün dünya aynı dili konuşsaydı

Edoardo Triscoli Saat 7:15. Akşam olmak üzere. İşim bitti, ancak duşa girebiliyorum. Yemeği fırında; çocukları da salonda, babalarının yanında bıraktım. “En azından burada yalnızım” diyorum ama aklım içeride, bağrış çağrış. Babaları zar zor başediyor ikisiyle. Halbuki benim her günkü halim 🙂 Misafirlerimiz 8:00de gelecekler. Ne 

Hangisi ÇOK hangisi az?!?!

Hangisi ÇOK hangisi az?!?!

Küçükken, çoook küçükken az ve çok kavramlarıyla ilgili aklımın bir türlü almadığı birşey vardı. Büyüklerin konuşmalarını, alışverişlerden sonraki yorumları dinledikçe aklım iyiden iyiye karışır, büyük olmanın ne zor iş olduğuna gitgide ikna olurdum. Şu büyükler bunca çok çeşitli sebze içinde, hangi sebzeden ne kadar, hangi 

Eleni’nin Patlıcanları

Eleni’nin Patlıcanları

“Artık tutabilirsen tut bu çocuğu! Dario ışık hızıyla emekleyerek yanımdan geçiyor. Gözleri parlayarak, çığlık çığlığa gidiyorsa ya -ona yasaklı olan- banyonun kapısını açık bulmuştur ya da büyük ihtimalle merdivene çıkmayı aklına koymuştur. Yukarı çıkmasın diye kapı taktığımız merdivenin en alttaki 3 basamağı (kenarları olmadığından mecburen 

Mayısı ucundan yakalamak

Mayısı ucundan yakalamak

Mayısı, gitmeden ucundan yakalamak istedim. Zaman nasıl da geçiyor. En azından 8 hafta sürecek radyoterapi hiç bitmeyecek gibi geliyordu. Hergün hastaneye gidip gelmek, evde bir de bebeğin olduğunu ve Yorgo’nun da sezonunun başladığını hesaba katarsak hiç mi hiç kolay değildi. Zaman geldi, yavrukuşu bile yanımda 

Balık Çorbası

Balık Çorbası

Çorbası yapılan balıklar neden hep çirkin olur? Yoksa tam tersi mi? Tabağımıza konduğunda bizi korkutacak kadar çirkin oldukları için onlara “çorbalık” olmak mı layık görülür? Öyle ya da böyle, hayatımda, balığın çorba olarak önüme gelmesi çok eskilere dayanmıyor, ne yazık ki.. Yazık ki diyorum çünkü