Girit’te pazar

Tek başıma pazara gitmeyeli uzun zaman olmuş. Blog yazmaya yen başaladığımda; 2006 yılında, o zaman Maya şimdiki Dario’dan bile küçükken yazdığım Girit   Pazarı  yazısı en ilgi çeken yazılardan biri olmuştu. O zaman her çarşamba başka bir semtteki pazara giderdik. Onun yürüyemeyeceği kadar uzak olduğundan Maya’yı bebek arabasına koyar sabah serinliğinde yola çıkardık. Dönüşte sağını solunu altını tıka basa doldurduğum araba Maya’yla da birlikte iyice ağırlaşırdı. Buna rağmen bir gün bütün pazarı fotoğraflamayı başarmıştım da yayınlamıştım. Dario ile gittiğimiz zamanlarda bu pek mümkün olmadı. Ben tezgahlara yanaştığımda mızıldanmaya başlıyordu; onun tek derdi pazarın yakınındaki parka gitmekti. Artık her perşembe gittiğimiz başka semtteki bu pazarın dönüş yolu da yokuş yukarıydı ve ben fotoğraf çantasının ağarlığını bile hesaplamak zorundaydım. Kısacası gittiğim zamanlarda da fotoğraf çekemedim uzun bir süre. Artık sabahları çocukların ikisi de okula gittikten sonra, yalnız keyif için -ki pazarlardan hep keyif alırım- gezinip fotoğraf çekmek için bile gidebiliyorum.

Kabak çiçeklerini genellikle iç içe dizerek satıyorlar. Daha önce Kabak Çiçeği Dolması tarifi vermiştim.

 Pazarları işte bu yüzden seviyorum. Herşeyi tazecik, çiçeği üstünde alıyorsun.

 Girit’teki üzümlerin çoğu şarap oluyor, çok azı da kuru üzüm. Bunlar yerli bir üreticinin kendi mahsulü açık şaraplar; soldan sağa Roze, Beyaz ve Kırmızı.

 Üsttekilerden soldaki köy ekmeği, sağdaki susamlı olan nohut unlu ekmek. Alttaki minikler tatlı üzümlü ekmekçikler.

Girit tarhanasının fotoğrafını daha önce yayınlamıştım. O zamanlar, kendi tarhanamı yapacak kadar hamarat değildim 🙂 Şimdi değil ev yapımını, Yorgo kendisi için soya sütlüsünü bile yaptı. Beste’ye söz verdim, sonraki yazıda tarifini vericem.

ACUR, Yunanistan’ın her yerinde olan/bilinen/yenen birşey değil. Kuzeyden gelenler bile “bu nedir?” diye sorabiliyorlar. Girit’teyse iki çeşit acur var. Biz İzmir’de daha çok Çeşme’de, arasıra da Bornova pazarında uzun olanlarından görürdük. Burada uzun olanlar daha koyu renkli ama kısa tombul olanlar hep böyle açık yeşil. Koyu renkli ve ince uzunlar çok çıtır ve sulu, genellikle de çekirdeksiz. Ama yuvarlak olanların bazen içi kavun çekirdeği kadar büyük çekirdekli olabiliyor.

 Kolestrolüm de çıksa, vazgeçemediğim peynir, Girit’in Gravyeri: koyun sütünden, bazen koyun-keçi karışık sütten yapılıyor.

 Çömlek yoğurtları da koyun sütünden. Marketlerdeki jelatinli, süte çalsan yopurt tutmayacak yoğurtlar yerine evimize giren, yediğimiz tek yoğurt. Pazarda böyle küçük çömleklerde satılıyor. Bizim çarşıdan aldığımız mandırada büyük yayvan çömleklerde oluyor, istediğin kadar koyuyorlar. Bu bana hep çocukluğumu hatırlatıyor. Annem elime bir kase verir, bakkala gönderirdi; bakkal da önce bizim kaseyi tartardı, sonra da buzdolabından yoğurt tepsisini çıkartır istediğim kadar yoğurdu bizim kaseye koyardı, bir galiba üstüne beyaz bir kağıt koyardı kapak niyetine. Siz de hatırlar mısınız?


Bunların gerçek olduklarından dokununcaya kadar şüphe duymuştum, itiraf ediyorum.

 Minik kabakları İzmir’de Girit kabağı diye satmazlar mı?  İşte Girit’in çiçeği burnunda kabakları 🙂

 Girit’in en büyük yaylası Lasithi, bir fasulye cennetidir. Burada aynı adla anılan “Ayşe”, barbunya dışında daha önceden bilmediğim cinste fasulyalar da var.

Üstündeki tabelada yazdığına göre, soldaki biberler acıymış. Bu Girit’te az rastlanır bir durumdur. Çok az insan tanıdım; acıyı seven, acı yiyen, acıya dayanabilen. Girit yemekleri pek acılı yapılmaz. Bundan 12 sene önce değil acı biber, bizim çarliston biber dediğimiz cinsten bile bulmak zordu. Tezgahlarda yalnız kalın etli dolmalık biberler, bir de salçalık biber dediğimiz kırmızı biberler olurdu. Öyle ki bazılarının kırmızı salçalık biberleri bile tereddütle “bunlar acı mıdır?” diye sorduklarına tanık olmuştum.

Artık sivri kırmızı acı biberler de bulmak mümkün. Bunun son yıllarda başka ülkelerden/kültürlerden gelen göçmenlerin artışıyla yakından ilgisi olduğunu düşünüyorum. Başta Arnavutlar için biber vazgeçilmez bir sebze. Belki ağzının tadını bilen Yunanlılar da acıyı keşfedip acılı yemeyi öğrendiler mi dersiniz?

Ve Pembe domatesler… Yeşil kısımlarının bile şeker gibi tatlı tatlı olduğu, enfes domatesler yaz sonunda çıkıyor burada. İşte keyifli bir pazar turu da böyle geçti. İyi seyirler…



2 thoughts on “Girit’te pazar”

  • Gel hayatım, sen yeter ki gel, ben sana bol bol alırım o pembe domateslerden de üstlerine Girit zeytinyağından gezdirip yeriz birlikte, inşallah birgün 🙂

  • hayatim bu nasil post siir gibi hersey, kabak ciceklerinin hoslugundan mi baslasam, minicik cicekli kabaklari geuzelliginden mi, renkli biberler, uzeri isli erikler, acurlar guzelim pembe domatesler 1 euro iste mevsim farki burada en ucuz zamaninda bile bu kadar da guzel olmayan domatesler 3,5 eurodan asagi inmedi! siir gibi saraplar; peynirler bir dahaki sefere ben gelirim pazara seninle seve seve hatta tezgahlara yapisirim sen beni cekersin bu sefer:) Tarhana tarifini bekliyorum cok ilginc ustundeki parmak izleri ayrica guzel!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir